28 Aralık 2010 Salı

Aysel'in Annesini Kaybettik

Kuzey doğduğundan bu yana bizimle beraber olan Aysel hayatımızın en önemli parçalarından biri. Kuzey ve Zeynep'i kendi dört çocuğundan ayırmadan büyütüyor.
Öğrenme aşkı da sürekli kendini geliştirmesine neden oluyor. İki sene önce ehliyet aldı ve şimdi de liseyi dışarıdan bitirmeye çalışıyor.
Aysel'in annesi Yüksel Teyze  iki senedir kanserle mücadele ediyordu. Gerçekten çok çekti ve geçtiğimiz gün son nefesini verdi.
Allah rahmet eylesin.

26 Aralık 2010 Pazar

Kaç Zil Kaldı Örtmenim'i Okurken Ağlamaktan Gözüm Çıktı

Filiz Aygündüz'ün 'Kaç Zil Kaldı Örtmenim'ini okudum.Kitap;  23 yaşında, İstanbullu ve kendi küçük burjuva çevresinin dışına hiç çıkmamış bir öğretmenin mecburi hizmetle gittiği Diyarbakır-Silvan'daki bir yılını anlatıyor.



Kendisi de mecburi hizmetini aynı bölgede yapan Aygündündüz yarı-otobiyografik kitabında samimi bir dille yabancılaşmayı, Türk-Kürt ilişkisi ve ilişkisizliğini anlatıyor. Kırık bir aşk hikayesinin gölgesinde genç öğretmen aslında öğrencilerinden çok şey öğreniyor.

Diyarbakır'a ilk gittiği ve Kürtçe'yi ilk duyduğunda yaşadığı şok, Silvan'da da, İstanbul'da da kendini ait hissedememesi, öğrencilerin ona duyduğu büyük ve içten sevgi ve hayatının en büyük aşkı kitabın ana temaları. Bir edebiyat harikası değil ama bölgeyi anlatan samimi bir roman.

Ben çok ağlayarak okudum kitabı. Vapurda, takside ve minibüste okuduğum için de zaman zaman çevremdekilerin tuhaf bakışlarına maruz kaldım. İmkansız aşka çok üzüldüm ve en çok çocuklar için gözyaşı döktüm.

Şu anda devam eden iki dil tartışmalarında taraf olmadan önce okunmasında fayda var.

24 Aralık 2010 Cuma

Elif Şafak Sorunsalım

Sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim. Elif Şafak' a kılım. Kıl olma nedenlerime gelince:


1-Bence iyi bir yazar değil. Şafak'ın iki kitabını okudum. Biri 'Baba ve Piç' diğeri 'Siyah Süt'. Baba ve Piç'i Ermeni okumaları altında da yazacaktım ama şimdi burada yazayım, aradan çıksın. Baba ve Piç özellikle dava konusu olduğu zaman çok konuşulmuştu.Tabii ki bir yazarın eseri nedeniyle yargılanmasına karşıydım ve Elif Şafak hakkındaki takipsizlik kararına çok sevinmiştim. Ama edebi açıdan bakacak olursak kitap çok kötü ve acemiceydi. Bir şablon alınmış ve ona göre bir roman yazılmış. Derdim savunduğu fikirlerle değil, karakterlerin karikatürize olması ve dilin basitliğinde. Önereceğim bir kitap değil kısacası.

İkinci  okuduğum kitabı da 'Siyah Süt' idi. Ondaki bir kadının içindeki farklı yanları karikatürleştirme fikri hoş bir buluş. Ama sonrası aceleye gelmiş ve ortaya özgün bir eser değil, derleme çıkmış.

2-Kendisini samimi bulmuyorum. Kocasıyla olan ilişkisini anlatmasından, yazma ritüellerine kadar anlattıklarını çok poz ve kurgulanmış buluyorum. Bıdır bıdır özel hayatı hakkında konuşmasına ne gerek var? Yazarlar pazarlama çalışması yapmasın demiyorum ama her şeyin bir sınırı var. Yok kocasıyla birbirlerine iyi gelmişler, yok taze ekmek kokusu duymadan çalışamazmış. Ayrıca bir şey de zor  ve kötü olsun. Mutluluk mesajları veren ünlü çiftler iki gün sonra boşanmıyor mu, ifrit oluyorum. Ya mutluluk pozu verme ya da boşanma. Bir de hiç çocuk büyütmenin zorluğundan filan bahsetmiyor. Sanırım bir tek ben uykusuz kalıp, kendimi yetersiz hissediyorum.

3-Marka ödülünü kabul etmiş olmasını komik ve gereksiz buluyorum. Buna inanamadım gerçekten. Benim bildiğim şirketler, bir de haydi bilemedin Seda Sayan filan marka olur. Marka olmak için pazarlama stratejin, buna özel ekiplerin, reklamların ve  logon filan olması gerekmez mi? Markanın amacı aynı malı daha pahalıya satmak değil mi? Bir yazarın neden fiziki olarak ödüle ihtiyacı var ki?

21 Aralık 2010 Salı

İlk E-Kitabımı Okudum

Ben kitabı obje olarak sevenlerdenim. Yaşım nedeniyle de önemli bir metin okuyacaksam, bilgisayar ekranından okuyamam, mutlaka basıp okurum.

O nedenle e-kitap okuyup okuyamayacağım konusunda kararsızdım. Ipad'te ilk e-kitabımı Kobo'dan satın  aldım. Çok basit kullanım sunan, temiz bir uygulama. Aldığım kitap 'Kızarmış Yeşil Domatesler'in yazarı Fannie Flagg'in son kitabı 'I Still Dream About You' idi. Herhalde pek çoğunuz 'Kızarmış Yeşil Domatesler'in filmini seyretmiştir. Kitap da çok başarılıydı. Flagg'in bir de 'Welcome to the World Baby Girl' isimli bir kitabı var. O da çok sürükleyici ve eğlenceliydi.


I Still Dream About You'yu ise çok başarılı bulmadım. Karakterler karikatürize, olay örgüsü ilerlemiyor, merak unsuru yok. Flagg'in diğer kitaplarındaki gibi ABD'nin güneyinde Alabama'da geçiyor. Güney'in sıcaklığından izler taşıyor. Eski Alabama Güzeli'nin mutsuz yaşantısından yola çıkan kitapta paralel olarak 70 yıl öncesine dair bir hikaye daha anlatılıyor. Ama Flagg'in eski  kitaplarıyla boy ölçüşemez.

E-kitap deneyimi ise son derece başarılıydı. Işık ayarı yapılabildiği için gözlerim yorulmadı. Bookmark özelliği sayesinde kaldığım yerden devam ettim. Ayrıca ABD'de yeni piyasaya çıkan kitabı bir dakikada alıp, okumaya başladım.Şimdi de kütüphanemde  yer tutmasına ve tozlanmasına gerek yok. Daha ne olsun!

19 Aralık 2010 Pazar

Palladium'da Sinema Çok Kazık

Çocuğum olduktan sonra sinemaya ancak çocuk filmi seyretmek için gider oldum. Aslında evde de çocuklarla dvd seyrediyoruz ama sinemaya gitme ritüeli Kuzey'in çok hoşuna gidiyor.

Bu cumartesi bir haftadır gitmek istediği Çılgın Dostlar 3'e gittik. Öncelikle bir uyarıda bulunayım.Palladium'daki sinemalar çok kazık. Pek çok sinemada ilk seans yarı fiyatına oluyor. Fakat Palladium'daki Mars Sinemaları'nda öyle değilmiş. Bu nedenle bir tam bilet 16 TL, bir öğrenci 14 TL olmak üzere toplamda 30 TL bilet parası verdik. Oysa Hillside'da ya da Kozzy'de bunun yarı fiyatına sinemaya gidebilirdik.

Neyse, Kuzey'le içeri girdik. Üç yaşından küçükleri almadıkları için Zeynep gelemedi. Sinemaya gelmenin en büyük olayı olan patlamış mısırımızı aldık ve diğer anne-baba ve çocukların arasına katıldık.

Filmi ben çok beğenmedim ama Kuzey beğendi. Çılgın Dostlar 1'i daha çok beğenmiştim. Bu film hem komik değildi hem de biraz zorlamaydı bence. Mesela Toy Story 3'un yanına bile yaklaşamaz.

17 Aralık 2010 Cuma

Seinfeldvari bir toplantı

En sevdiğim dizi Seinfeld'tir.Kahramanlarının enteresanlıkları dışında çok basit bir olayın son derece komplike hale geldiği senaryosu muhteşemdir bence. Tuhaf tesadüfler eseri kahramanlarımız sürekli kendini acaip durumların içinde bulur. Hatta bu nedenle hayatımın bazı anları 'Seinfeldvari' olarak tanımlayabilirim.


Bu hafta da böyle Seinfeldvari bir gün yaşadım. Çok yoğun toplantılarımın olduğu bir gündü. Sabah sekizde şirketteki ilk toplantımın ardından Maslak'taki ikinci toplantıya gittim. Bu toplantı uzayınca yine Maslak'ta buluşacağım üçüncü toplantı kontağımı arayıp, gecikeceğimi söyledim. O da kibar bir insan olduğu için gelip, beni alabileceğini söyledi.

Toplantıdan toplantıya koşarken

Toplantım bitti ve ben Ahmet Bey ile buluşmak için dışarı çıktım. Tarifinden kendisini tanıdım ama yanında duran ve burnu şaldır şaldır kanayan kişinin kim olduğu hakkında bir fikrim yoktu.


Meğer o kişi o sırada karşıdan karşıya geçmekte olan ve dikkatsizlik edip bir minibüse çarpmış olan biriymiş. Çarpan şoförse 'Abi, benim servise yetişmem gerek' diye ortadan kayboldu.Bense  burnu kanayan adama tampon yapmaya başladım.

Bir sonraki karede Ahmet Bey arabayı kullanıyor, yanında ben, arkada yatmış olarak da burnu kanayan kazazedemiz var.  Onu hastaneye götürmeye Ahmet Bey'in 'Sizim burnunuz önceden de yamuk muydu?' sorusuna verdiği 'Hayır' cevabından sonra karar verdik. Ahmet Bey mühendis olduğu için her zaman mantık çerçevesinde davranabiliyordu.

Kazazedemizi Acıbadem Maslak Hastanesi'ne bıraktık ve sonra toplantımıza devam etmek için şirkete döndük.

Umarım kazazedemiz kendisine çıkarılan faturadan sonra bir de kalp krizi geçirmemiştir.

12 Aralık 2010 Pazar

Tarih Dergilerinde Tarihi Tesadüf

Bu haftasonu anne olarak bol bol yemek pişirdim, üç tur çamaşır yıkadım, saklambaç, sek-sek oynadım, yapboz ve kağıt kesmece faaliyeti yaptım. Hatta tek başıma iki çocuğu alıp alışveriş merkezine giderek jetonlu arabalara bile bindirdim. Dünyanın en para tuzağı mekanlarında Timsah Mehmet'in kulaklarını çınlattım.

Okuyan anne olarak ise aybaşında aldığım NTV Tarih ve Atlas Tarih dergilerini ancak okuma fırsatı buldum. İki dergiyi de ilk çıktığı zamandan bu yana takip ediyorum. Çok da başarılı buluyorum. Fakat bu ay iki dergide komik bir tesadüf gerçekleşmiş.

İki tarih dergisinin kapağı da aynı kişiye ait!

NTV Tarih ve Atlas Tarih'in kapak konuları aynı kalemden çıkma. Tunca Örses iki dergiye de Osmanlı'nın 1. Dünya Savaşı'ndaki Filistin Cephesi ile ilgili yazı vermiş ve iki dergi de bunu kapak için kullanmış. Atlas Tarih'te Lut Gölü'ne ulaşmak için gemilerin karadan yürütülmesi, NTV Tarih'te ise Hilal-ı Ahmer doktorlarının fedakar çalışmaları konu edilmiş.

 Ben Atlas Tarih'in konusunu daha ilginç buldum. Dergideki yeniçeri ve samuraylarla ilgili dosyayı da çok beğendim.

6 Aralık 2010 Pazartesi

Çocuk Yetiştirme Prensiplerim!

Tek bir çocuk yetiştirme prensibim var; prensibimin olmaması. Aslında başta prensiplerim vardı, onlara göre yaşamaya da çabaladım ama olmadı. Ve şunu anladım ki, çocuk yetiştirirken prensip sahibi olan anneler değil, bebekler oluyor. Ruh sağlığını korumak isteyen biri olarak da  kendi prensiplerimden vazgeçip, çocuklarımın prensiplerine göre yaşamayı tercih ettim.

İşte prensiplerimin zaman içinde ne hale geldiği.


Prensip 1-Çocuklarım sebze-meyve yiyecek ve sağlıklı beslenecekti: İnanın, denedim. Evde yoğurt mayaladım, hatta ekmek yaptım. Yoğurt tutmadı, ekmek taş gibi oldu. Organik sebze paketine abone oldum. Paketten sürekli manasız otlar çıktı.

Sonuç 1-Bir yaşına kadar sebze çorbalarını içen hatta enginar yiyen Kuzey bir yaşından sonra karbonhidrat rejimine döndü. Şu anda sadece köfte-pilav-makarna ile besleniyor. Evde sebze pişiriyorum ve tek başıma afiyetle yiyorum.

Prensip 2- Çocuğum kendi başına uyuyacaktı: Doğumdan önce bir arkadaşım 'Bebek başta üç ay sizi odada yatmalı' dediğinde dehşete kapılmıştım. Özel hayatımı bir bebekle paylaşamazdım. Tabii ki bebeği kendi odasında yatıracaktım.

Sonuç 2- Bunu hiç denemedim bile. Emzirme, uyutma derken Kuzey Bey bizim odaya anında yerleşti. 3,5 yaşına kadar bizimle aynı yatakta yattı. Şu anda da Zeynep ile aynı sistemi devam ettiriyoruz.

Prensip 3- Çocuğumu devlet okuluna gönderecektim. Özel okullar hem pahalı hem de çocukları gerçek dünyadan uzak yetiştiriyodur. Biz de devlet okuluna gittiğimize göre çocuklarımız da gidebilirdi.

Sonuç 3- Okul zamanı yaklaşınca turlara başladık ve imkanları gördükten sonra Kuzey'i paşa paşa özel bir okula yazdırdık.

Prensiplerim ve hazin hikayeleri tabii ki bunlarla kısıtlı değil ama bugün için bize ayrılan sürenin sonuna geldik. Devamı pek yakında...

2 Aralık 2010 Perşembe

Ağrı'nın Derinliği: Diaspora ve Ermenistan'ı Anlamak İçin

Araya iş-güç, kuduz meselesi girdi, kitap işi yarım kaldı.



Ermeni meselesinde okumamıza Ece Temelkuran'ın 'Ağrı'nın Derinliği' ile devam edebiliriz.
Ece Temelkuran özellikle Milliyet'teyken takip ettiğim ve vicdanlı olmasından dolayı beğendiğim bir yazar. Kimi zaman aşırı 'duyarlı' hali sinir bozucu olabiliyordu ama medyada sesimi duyuramayanlara yer vermesi hoştu. Haberturk'e geçince muhalif halini yitirdi gibi geliyor. Neyse bu başka bir konu.

Ağrı'nın Derinliği'nde Temelkuran Ermenistan, Fransa ve ABD'deki Ermenilerle görüşerek mesele hakkında onların ne düşündüğünün izini sürüyor.

1915 ile varolan bir millet

Kitapta görüyoruz ki;Türkiye Cumhuriyeti 1915 olaylarını ne kadar unutturmaya çalıştı, olmamış gibi davrandıysa Ermeniler de aynı dönemi o kadar hafızalarına kazımaya kararlı. T.C inkar ederken, Ermeniler yeni kuşakları çok küçük yaştan itibaren 1915 ruhuyla yetiştiriyor. Ve ortaya birbirine taban tabana zıt ve birbirine olan nefretten beslenen iki toplum çıkıyor. İki tarafın inadı da aynı ölçüde dikkat çekici. Ermeniler için hayat 1915'te takılı kalıyor.Ağrı-Ararat dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar onlar için memleketin sigesi, bir kült.

Diaspora ile Ermenistan Ermenileri Türkiye'ye farklı bakıyor

Temelkuran'ın kitabında Ermenistan, ve Fransız- Amerikan diasporalarının birbirinden farkını da görüyoruz. Ermenistan Ermenileri  geçim derdi ile uğraşıp, Türkiye'ye daha yumuşak bakarken Fransız diasporası çok sert. Amerikan diasporası ise olaya son derece kapitalist bakıyor.

Temelkuran'ın dili akıcı. Mesele can acıtıcı, özellikle Hrant Dink ile ilgili bölümleri.

Benim aklımda en çok kalan Ermenistan'ın en ünlü kadın şairinin bir lafı oldu. 'Ağrı Dağı siz Türkler için bir yükseklik meselesi oysa biz Ermeniler için derinlik meselesi.'

1 Aralık 2010 Çarşamba

Anne olarak mütevazi mutluluklarım

Anne olmak gerçekten muhteşem bir şey. Fakat pek çok yerde yazıldığı gibi annelik dünyası pembe-beyaz bir  dünya değil. Bu iş gerçekten zor hatta çok zor. Hayatınız tamamen değişecek, eskiden sizin için çok doğal olan şeyler artık lüks olacak.

İşte benim mütevazi mutluluk kaynaklarım:

  • 3 yıl aradan sonra ilk kez 6 saat uyumak.
  • Tuvaletin kapısı kapalıyken işini görebilmek.
  • Her gün en geç 6.00'da uyanırken mucize eseri 7.30'a  kadar uyumak.
  • İki çocuğun da 22.00'de uyuması ve gece dvd seyredebilmek.
  • Uçak yolculuğunu diğer yolculara rezil olmadan bitirebilmek.
  • Kahvemi soğumadan ve dökülmeden içebilmek.
  • Komplike bir organizasyon sonucu arkadaşlarla yemeğe gidebilmek.
  • Restoranda kimseyi rahatsız etmeden yemek yiyebilmek.
  • Kuzey'i okul servisine kahvaltısını etmiş şekilde bindirebilmek.
  • İki çocukla evden zamanında ve düzgün kıyafetle çıkabilmek.
  • İki çocuk da etraftayken evdeki diğer yetişkinle sohbet edebilmek.
Ya sizinkiler neler?

Kuzeynep'ten haberler 2


Son haftamız çok hareketli geçti. Önce Kuzey ateşlendi. Atrık tecrübeli bir anne olduğum için panik olmadan müdahale ettim. Şurup, ılık duş, ballı limon ve bol su ile atlattık sayılır. Tabii ki geceler uykusuz geçti.

Sonra Zeynep'i kedi tırmaladı. Zeynep hayvanları çok seven bir çocuk fakat 2 yaşında olmasından dolaya tam olarak nasıl sevmesi gerektiğini bilmiyor.

Büfenin gayet uysal kedisini severken kuyruğunu çekice kedi de can havliyle bizimkini tırmalamış. 38 telefon konuşması ve internet araştırnası sonunda kedi aşılı da olsa sokakta yaşadığı için kuduz aşısı yaptırmaya karar verdim.

Aklınızda bulunsun; kuduz aşısını sadece belli devlet hastaneleri yapıyor. Anadolu yakasında Haydarpaşa Numune ve Kartal Devlet Hastanesi'ne yaptırabilirsiniz.

Aklımda kuduz aşısı karından yapılır diye kalmıştı ama koldan yapılıyor. Toplam üç kez aşı olacak. Bu arada kediyi gözlem altında tutacağız. Kaybolur ya da ölürse iki aşı daha olacak.

Bu arada Zeynep Hanım yaramazlığa full devam ediyor. 'Eline ne oldu?' dediğinde elini uzatıp, 'Miyav, vavu, uf' diyor ama yanlış eli uzatıyor o ayrı.



29 Kasım 2010 Pazartesi

Ermeni Meselesini Anlamak için Kitap Önerileri

Ermeni meselesi hakkında bilgi sahibi olmak isterseniz size bir kaç önerim olacak.


Tabii ki bu konuyla ilgili kitaplar bunlarla kısıtlı değil, ben sadece şimdiye kadar bu konuyla ilgili kendi okuduğum kitapların hakkındaki fikirlerimi yazdım.

Başlamak için iki kitap önerim var. Devamı az sonra...


 Anneannem-Fethiye Çetin: Ermeni meselesiyle ilgili tek bir kitap okuyacaksanız bu kitabı okuyun. Müslüman bildiği anneannesinin aslında tehcirden kurtulan bir Ermeni olduğunu öğrenen Fethiye Çetin anneannesinin hikayesini yazmış. Tek bir kişinin hikayesinden yola çıkarak bütün meseleyi anlayabilirsiniz. Ağlayacağınız kesin, isyan etmeniz vicdanınınıza kalmış.



Torunlar-Fethiye Çetin: Fethiye Çetin kendi hikayesinden sonra kendi gibi olan başka ‘torunlar’ bulmuş. Ayşe Gül Altınay ile beraber hazırladıkları kitapta tehcir sırasında Müslüman olarak hayatta kalan Ermenilerin hikayelerini torunları anlatıyor. ‘Anneannem’i pekiştirmek için okuyabilirsiniz.


24 Kasım 2010 Çarşamba

Hrant Dink; Unutma, Unutturma


Bayramda Tuba Çandar’ın yazdığı Hrant Dink biyografisi ‘Hrant’ı okudum. 700 sayfalık, çok hacimli, çok iç acıtan bir kitap. Sonunun kötü biteceğini bildiğiniz bir masalı okumak gibi bu kitabı okumak. Sonunu öğrenmemek için elinizden bırakmak istiyorsunuz ama bırakamıyorsunuz.

Tuba Çandar çok zor bir iş başarmış. İki sene boyunca yüzü aşkın kişiyle görüşüp Hrant Dink’i onların sesinden anlatmış. Klasik bir şekilde hayat hikayesi yazmamış, Hrant Dink’i en yakınlarının gözünden anlatmış. Bu sayede farklı bakış açılarından, farklı Hrant portreleri görebiliyoruz.

KHENT HRANT: DELİFİŞEK BİR ADAM

Kitap Khent ve Baron olarak iki parçadan oluşuyor. Khent (Delifişek) Hrant çocukluk, gençlik dönemlerini anlatıyor. İnanılmaz bir hayat hikayesi gerçekten. Ermeni olmak, yoksul olmak, yetimhanede büyümek, kardeşleri başta tüm çocuklara sahip çıkmak genç Hrant’ı şekillendiriyor.

Solculuk ve işkence yılları, askerde Ermeni olduğu için çavuş olamamanın acısı Hrant’ı olgunlaştırıyor. Ve Rakel’e aşkı. Kendini Kürt sanarak dağda büyümüş 9 yaşındaki Rakel’le yetimhanede karşılaşıyor ve bir daha hiç ayrılmıyorlar.

BARON HRANT: UFUK AÇAN BİR USTA


Agos’u kurmasıyla beraber Dink’in ‘Baron’ yani ‘’Usta yılları başlıyor. Türkiyeli bir Ermeni aydın olark Türkiye’nin Ermeni meselesine yeni bir bakış getiriyor. Meselenin ‘1915’te yaşanan soykırım mıydı değil miydi ?’ tartışmasına takılıp kalmaktan öteye gitmesini istiyor.

Türkiye’nin demokratikleşmesinin soykırımın kabulünden daha önemli olduğunu söylüyor. Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin soykırım meselesine takılmadan başlamasını istiyor. Tarafların birbirini öcü gibi görmeden diyalog kurmaları için çalışıyor. Bu talepleriyle hem Türk kamuoyunun bir bölümünü hem de diasporayı karşısına alıyor. Düşmanın varlığı ile kendilerini var edenler barışçı seçenekleri duymak istemiyor.

Ve Dink için çember yavaş yavaş daralıyor. Ünlü ‘zehirli Türk Kanı’ yazısı nedeniyle kendisine Türklüğü aşağılamaktan dava açılıyor. Bilirkişinin lehindeki raporuna rağmen mahkum oluyor Dink. Onunla benzer suçlamalardan yargılananlar beraat ederken, o hapis cezası alıyor.

Çok zor bir dönem onun için. Sabiha Gökçen haberi yüzünden de üzerine giden medya gemi azıya alıyor. Köşe yazıları onu neredeyse hedef gösteriyor. İstanbul Valiliği’ne çağrıldığında üstü kapalı tehdit ediliyor. Tedirginliği giderek artıp ‘bir güvercinin tedirginliğine’ dönüşüyor. Ve sonunda neredeyse göstere göstere gelen meşum son gerçekleşiyor.

HRANT DİNK: UNUTMA, UNUTTURMA

Bu kitap sadece Ermeni meselesini değil, Türkiye’yi anlamak isteyen herkesin okuması gereken bir kitap. Tuba Çandar Dink’ten yola çıkarak bir dönemin hikayesini anlatmış aslında. Güçlü yanlarının dışında Dink’in zayıflıklarını da anlatmış. Ben içim acıyarak, hem Dink hem de Türkiye için çok üzülerek okudum. Sizin de okumanızı isterim.

23 Kasım 2010 Salı

Kuzeynep'ten haberler 1

İnsanın iki çocuğu olunca cinsiyetler ve çocuklar arasındaki farkı gerçekten daha net görebiliyor.

2 yaşındaki kızım Zeynep tam kadın içgüdülerine sahip. Benim naylon çoraplarımı giymek ve topuklu ayakkabılarla dolaşmak istiyor. Ayrıca söyleyebildiği 5. kelime 'Ayakkabı' oldu. Ayakkabı ve çanta görünce çikolata görmüş kadar heyecanlanıyor.

Evet,şu anda Türkçesi 'Anne, baba, babaanne, abi ve ayakkabı' ile kısıtlı. Bu kadarı da yeterli aslında çünkü her istediğini yaptırıyor.

Kuzey ise tam cool erkek. Beli sıkmadığı sürece ne istersen onu giyiyor. Oysa Zeynep şimdiden kıyafetlerini seçiyor.

Son olarak çocukların naifliğine dair bir hikaye. Yerebatan Sarnıcı'nda Kuzey suya dilek parası attı. Ne dilediğini sordum. 'Sticker' dedi.

22 Kasım 2010 Pazartesi

Ermeni Meselesine Kişisel Bir Giriş

Ermeni meselesiyle ilk tanışmam 17 yaşında oldu. AFS öğrencisi olarak lise son sınıfı okumak için ABD’ye gidecektim. Yolculuktan önce tüm yeni AFS'lilere oryantasyon yapıldı. Amerikan hayatı nasıldır, yeni ailemize nasıl uyum sağlarız konularında oyunlarla eğitim aldık.

Kampın son günü ise ABD’de karşılaşabileceğimiz sorulara gelmişti sıra. İşte o zaman eğitmenlerden biri ‘Size en çok sorulacak konulardan biri de sözde Ermeni soykırımı’ dedi. 17 yaşındaydım, iyi bir okulda okuyan, kitap okuyan biriydim. Ama bu meseleyle ilgili hiç bir şey bilmiyordum. Şimdiye kadar bana öğretilen böyle bir şey olmadığıydı.

Oryantasyondakiler haklıydı. Amerika’da bu konu karşıma çıktı. Kaldığım ailenin kızının erkek arkadaşı benim Türk olduğumu öğrenince büyükbabasının 1915’te Anadolu’dan geldiğini söyledi. Ben de saf ve memleketlisini bulmaktan mutlu bir genç olarak ‘Nereden gelmiş?Nasıl gelmiş?’ gibi sorular sordum. O ise sadece gülümsedi ve ‘Detayları bilmiyorum’ dedi.

Ben ancak yıllar sonra anladım, onun dedesinin tehcir nedeniyle Anadolu’dan ayrıldığını. Çünkü bilmiyordum, bu konu kitaplarda yoktu. Hakkında konuşulmuyordu. Öyle bir dönem resmi tarihte yaşanmamıştı. 80 kuşağı olup, resmi tarihe göre şekillenen ben de okulda ne öğrendiysem onu doğru diye kabullenmiştim. Tüm yaşıtlarım gibi.

Ama sonra her şeyin resmi tarihteki gibi olmadığını öğrenmeye başladım. Ve sarsıldım. Bu topraklarda neler yaşandığı benden, bizden, herkesten saklanmıştı.

Sonra öğrenmeye çalıştım.Öğrendiğim kitaplar ve özellikle çok etkilendiğim  'Hrant ' çok yakında burada.

12 Kasım 2010 Cuma

Bayram için Kitap Önerileri



Bir haftalık bayram tatili kitap okumak için nefis bir fırsat. İlgi alanlarına göre önerilerim var.

Eğlenceli kitap okumak isteyen kadınlar için: Sophie Kinsella'nın Alışverişkolik dizisi.

Kinsella  Türkçesi 'Hoş ve boş kız kitabı' olan chic-lit türünün  en ünlü yazarlarından biri. Bu tür Bridget Jones kitaplarıyla başlamıştı hatırlarsınız.  Alışverişkolik dizisi her kadının  kendine benzer yönler bulacağı, komik, sabun köpüğü bir kitap. Ben İngilizcesini okudum. Türkçe versiyondaki çeviriye kefil olmam.


 

Tarih meraklıları için: İpek Çalışlar'dan Halide Edib.

 İpek Çalışlar ilk olarak Latife Hanım'ın biyografisiyle çok konuşulmuştu. Geçen sene çıkan Halide Edib Adıvar biyografisi ise nedense aynı etkiyi yaratmadı, kamuoyunda çok konuşulmadı. Bence bu biyografi çok başarılı. Bir kere Halide Edip çok boyutlu bir kadın. Aktivist, her dönem mualif, dünya çapında bir entellektüel ve maceracı. Çalışlar titiz çalışmış, rahat okunan ve bir dönemi anlatan br kitap çıkarmış. Halide Edip tek bir kitaba sığmayacak kadar zengin bir karakter. Tadı damağınızda kalıyor.

 
Çok zamanım yok ama okumak istiyorum diyenler için: Tolstoy'dan Savaş ve Barış-NTV Çizgi-roman versiyonu

Kabul etmek lazım; artık kimsenin klasikleri okumak için zamanı yok. Ama bir taraftan da klasikleri bilmek lazım. İşte çizgi-romanlar burada süper bir çözüm  sunuyor. Tabii ki romanı okumakla aynı şey değil ama en azından bir ortamda bahsi geçtiğinde fikriniz olur.

 Herkese iyi tatiller!

11 Kasım 2010 Perşembe

Abdülhak Hamid; İlk Akış Erkeği *

Can Dündar'ın son kitabı Lüsyen'i okudum.Dündar, Şair-i Azam Abdülhak Hamid ile son eşi Lüsyen Hanım'ın çok maceralı, zamanında büyük yankılar uyandırmış ilişkilerini yazmış.

Lüsyen Hanım henüz 18 yaşındayken, 60 yaşındaki Abdülhak Hamid ile tanışır. Aralarında büyük aşk başlar. Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü, Balkan ve Dünya Savaşları fonunda fırtınalı bir ilişki ve evlilik yaşarlar.Aralarındaki büyük aşka rağmen Hamid Lüsyen'in başka bir erkekle evlenmesine izin verir, hatta kendi elleriyle evlendirir, evlerinde misafir olur.  Kitapta Atatürk'ten, Halife Abdülmecid'e, Damat Ferit'ten Nazım Hikmet'e onlara tarihi sima görüyoruz.

Sürükleyici ama roman tadı eksik

Son derece sürükleyici bir kitap. Fakat bence bu bir roman değil çünkü bir türlü karakterlerin içine tam olarak giremiyoruz, neyi neden yaptıklarını bilemiyoruz. Bir ilişkinin belgeselini okuyoruz diyebiliriz. Zaten Dündar da aslen belgeselci mantığı ve gerçeğe bağlı kalma kaygısıyla hareket edip 'romantik belgesel'  yazdığını söylemiş. Çok da iyi bir iş çıkartmış. Günümüzde  çok fazla kimsenin Abdülhak Hamid'in ne kadar önemli bir şair olduğunu bildiğini sanmıyorum. En azından ben bu kadar etkili biri olduğunu bilmiyordum. Dündar sayesinde tarihte ne kadar enteresan karakterler olduğunu ve onları acımasızca unuttuğumuzu bir kez daha hatırlamış olduk.

Atatürk'ün kitaplarını altını çizerek okuduğu, Halife Abdülmecid'in yağlıboya tablosunu yaptığı şairin cenazesi de çok büyük bir kalabalık tarafından kaldırılmış. Dündar, geçmişte adeta pop-star muamelesi gören ama günümüzde unutulan bu ismi günümüze magazinel aşk hikayesiyle taşımış.

Lüsyen hayatını bencil bir erkek için harcamış

Bu arada 80 kuşağı olarak Hamid'i sadece edebiyat kitabından tanıyordum ve doğal olarak herhangi bir edebi hayranlığım yok. Kitapta tanıdığım kişiden ise hiç hoşlanmadım. Sürekli genç kadın peşinde koşan, adeta genç kadınlardan beslenen, çok içen, içince sapıtan, her devrin adamı olan, sürekli para isteyen, çocuklarıyla ilgilenmemiş bir erkek Hamid. Dış görünüşte modern ve batılı ama içinde şarklı ve kıskanç bir erkek. Fakat Lüsyen'e mektuplarını okuyunca ondaki şeytan tüyünü anlıyorsunuz. Hiç bir kadın Hamid'in
ilan-ı aşkına, iltifatlarına kayıtsız kalamaz.

Belçikalı genç Lüsyen de kalmamış zaten. Hayatını Hamid'e adamış, deyim yerindeyse heba etmiş. Harcanan hayatın sonu Hamid'in gösterişli mezarının yakınında mezar taşşız bir şekilde gömülmek olmuş.

Bayram tatilinde okumak için ideal bir kitap.

*Akış erkeği: Günümüzde sık rastlanan, genç kadınların enerjisinden beslenen, çok içen, söyledikleri ile yaptıklrı birbirini tutmayan, sadakatsiz, orta yaşlı erkek türü. Genelde her kadın hayatının bir döneminde bir akış erkeğine raslar.Önemli olan ne kadar az hasarla ve ne kadar çabuk kendinizi kurtarabildiğinizdir.

3 Kasım 2010 Çarşamba

Wired Editörü'nün Gelecek Vizyonu


Geçtiğimiz hafta Doğuş Medya Grubu'nun düzenlediği Yeni Medya Düzeni konferansının konuklarından biri ünlü teknoloji dergisi  Wired'ın editörü Chris Anderson'dı. Wired dünyada  I-pad versiyonu çıkartan ilk dergilerden biri oldu ve  yaratıcı uygulamalarla büyük beğeni kazandı.

Anderson'un konuşması dijital yayıncılıkla ilgilenenler için ufuk açıcıydı. Bir devrim kapıda ve bence gelecek çok güzel olacak. Gelemeyenler ve basında okumayanlar için Anderson'un konuşmasından önemli noktaları buraya yazmak istedim.


  •   Tabletler kısa zamanda dizüstü bilgisayarların yerini alacak.
  •   I-pad ve diğer tabletler yayıncılığın mantığını tamamen değiştirecek.
  •   Dergiler web sayfasında istenen etkiyi yaratamıyor ama I-pad’de çok daha fazlasını sunabiliyoruz.
  •   I-pad satışlarının çok yüksek olacağını öngörüyoruz.
  •   İnsanlar I-pad’de okuyor.
  •  Okuma suresi basılı dergide 60 dakika
  •  Web sayfasında 3 dakika     
  •   Iphone’da 50 dakika
  •   I-pad’de 100 dakika
  •   Web dijital yayıncılığın istediğini veremedi ama tabletler verebilir.
  •   Ipad'de insanlar daha çok vakit geçirip içeriğe para veriyor.
  •   Tabletler tüketici davranışinı değiştirecek.
  •   Mobile geçiş webe geçişten çok daha hızlı olacak.

2 Kasım 2010 Salı

Bildiğiniz Çizgi-Filmlerden Değil; Sihirbaz

İki yaşından büyük çocuğu olan tüm annelerin en çok seyrettiği film türü, hiç şüphesiz çizgi-film ve animasyondur. Hatta çizgi-filmden başka hiç bir şey seyredemeyen pek çok anne olduğundan eminim. Ben de onlardan biriyim. Kaşif Dora'dan Sünger Bob'a tüm çizgi-film dünyasına hakimim. Çocukların sevdikleri bir filmi en az bin kez izlediklerini ve 'mutlaka' sizin de izlemenizi istediklerini de düşünürseniz geceleri rüyalarımın animasyon şeklinde olmasına şaşırmamak lazım.

Hal böyleyken, kırk yılda bir kendi zevkim için sinemaya gittiğimde niye yine bir çizgi-film seçtim? Kader, kısmet diyelim.

Konuşma yok, görsel efekt yok

Nefis işşizlik günlerimde, kader ortağım Zeynep'le Film Ekimi'nde 'Sihirbaz-The Illusıonıst'e gittik. Film mesleği ve dolayısıyla kendisi gözden düşen bir sihirbazın hikayesini anlatıyor. Sihirbazımız iş bulmak için şehirden şehire, ülkeden ülkeye dolaşırken yaptığı numaraları gerçek sanan bir kızla tanışır ve olaylar gelişir.

Film, son yıllarda maruz kaldığım çizgi-film ve animasyonlardan o kadar farklıydı ki! Bir kere diyalog çok azdı. Konuşmadan da olaylar ve en önemlisi duygular anlatılabiliyormuş demek. Renkler pastel, müzik yumuşak, görsel efektse yoktu. Filmi makineler değil, insanlar elle çizmişti. Aradaki şehir manzaraları resim olarak duvara asılacak kadar güzeldi. Ve hikaye daha doğrusu hayat mı demeliyim insanı ağlatacak kadar dokunaklıydı.

Çok etkilendim. Yönetmenin çabasına, cesaretine hayran kaldım. Çocuklar ne kadar sever bilmem ama evdeki dev çizgi-film koleksiyonunda benim parçam olmayı hakediyor.

1 Kasım 2010 Pazartesi

Behzat Ç.; Türk Polisiyesinin Anti-Kahramanı

Doğruya doğru; Emrah Serbes'ten ve onun anti-kahramanı Behzat Ç. 'den dizi başlayana kadar haberim yoktu.
Bir pazar gecesi tesadüfen televizyon ekranında depresif, küfürlü konuşan, ekibi kendisi gibi eksantrik tiplerden oluşan başkomiser Behzat Ç.'ye rastladım. Çok gerçekti, acıklı ve aynı zamanda çok komikti.Çok etkilendim.  Türk televizyonlarında daha önce buna benzer bir şey görmemiştim.
Tabii ki internette yapılan kısa bir araştırma Behzat Ç.'nin dizi kahramanı olmadan önce roman kahramanı olduğunu öğrenmemi sağladı.
81 doğumlu yazar Emrah Serbes'in iki romanının kahramanıydı psikopat polisimiz.Ankara'da okuyan yazarımız fon olarak da bu şehri seçmiş ve 'hayata karşı işlenen suçlar uzmanı' Behzat Ç.'yi yaratmıştı.

Başarılı bir ilk roman; 'Her Temas İz Bırakır'
Gidip Serbes'in tüm kitaplarını aldım. Behzat Ç. ilk olarak 'Her Temas İz Bırakır'da ortaya çıkmıştı. Her Temas İz Bırakır bir ilk roman olarak başarılı. Sadece ana karakter değil, yan karakterler de iyi çalışılmış. Diyaloglar gerçekçi, kitap akıcı. Polisiye örgüsü ise karakter yaratımı kadar başarılı değil. Hikaye bir yerde dağılıyor, sonra da basit bir finalle bitiyor. Türk polisiye romanındaki etkileyici final sorunu burada da yaşanıyor. Ama yine de okumaya değer.

Oturmuş bir polisiye; 'Son Hafriyat'
İlk romanın ardından hemen serinin ikinci kitabına başladım. 'Son Hafriyat'  başrolünde arıza başkomiserimizin olduğu bir seri katil hikayesi. Karakterler daha da oturmuş,yeni karakterler ortaya çıkmış.Yan karakterler arasında hafızalardan çıkmayacak tiplemeler var. 
Ayrıca  bu defa olay örgüsü de daha iyi. Konu dağılmadan, gereksiz dallanıp budaklanmadan adım adım ilerliyor. Serbes  gelecekte çok daha iyi romanlar yazacağının işaretini veriyor.

Ergen dünyasına içeriden bakış; 'Erken Kaybedenler'
Behzat Ç. serisi şimdilik bu kadar ama Emrah Serbes'in bir kitabı daha var. 'Erken Kaybedenler' ergen erkek çocuklarının kendi ağızlarından yazılmış bir öykü kitabı. Yaşadıkları büyük ve acı kayıplara 'sert yaparak' dayanan kiçük erkeklerin hikayelerini okuyoruz.
Emrah Serbes'in alametifarikası hem komik hem acıklı olabilen diyalogları. Bu kitapta da onları görüyoruz. Çevremizde gördüğümüz arıza, öfkeli gençlerin hikayeleri bunlar. Belki de Behzat Ç.'nin ergenliğinin hikayeleri...

Hadi Başlayalım!

Ne zamandır bu blogu açmak istiyordum. Okuduğum kitaplar hakkındaki düşüncelerim, yaşadıklarıma dair fikirlerim, hayatımdaki komik anlar kafamda bir süre kaldıktan sonra uçup gidiyor.
Bütün bunlar bir yerde kayıtlı olsun istedim. Belki benimle aynı ilgi alanlarını ve benzer-farklı fikirleri paylaşan kişilerle de karşılaşırım.
Hadi başlayalım o zaman....