21 Eylül 2011 Çarşamba

Çocuk Kitabı Yazarından Gerilim

Roald Dahl benim 'Çarli'nin Çikolata Fabrikası'  ile bildiğim ve çocuk kitabı yazarı olarak tanıdığım biri. Şimdiye kadar da bir kitabını okumamıştım. Geçen gün D&R'ın yaptığı bir kampanya nedeniyle fiyatı 4 Lira'ya düşen kitaplar arasında 'Son Perde' adlı öykü kitabını bulup, aldım. Almamda çevirmenin Tomris Uyar olması da etkili oldu. Kötü çeviriye gerçekten dayanamıyorum. Bu konuda ayrı bir yazı yazmak gerek.

Yolda hemen kitabı okumaya başladım. Ve çarpıldım. İnsanoğlunun parlak ve güzel  gözüken yüzeyinin ardındaki kötülük, hastalık, vahşet bu kadar mı yalın anlatılır?  Edebiyat yapmadan bu kadar mı ustaca yazılır ? Her hikaye olmasa da çoğu hikayesi çok iyi.

Öykü okumayı sevenlere tavsiye ederim.

Polisiye Vakti Geldi

Güzel bir Eylül'ün ardından sonbahar aniden geldi. Yağmur, rüzgar, erken çöken akşamla beraber bütün atmosfer değişti. Artık belli. Vakit; polisiye vaktidir, gerilim vaktidir, insan ruhunun karanlık köşelerine inme vaktidir.

Ben de hemen ortama uyum sağladım ve sezonun ilk polisiyesi olarak  Simenon'un 'Ormandaki Deli'sini  okudum.

Simenon benim çok beğendiğim yazarlardan biri.  200'ü aşkın kitap yazmış, çok üretken bir yazar. Baş karakteri Komiser Maigret olsa da benim asıl favorim Maigretsiz kitapları. Maigretsiz kitaplarında kimi zaman cinayet oluyor. Ama olmasa da o karanlık atmosfer, iç sıkıntısı, içten içe yükselen gerilim hiç eksik olmuyor.

Türkçe'ye iki yüz eserinin çok azı çevrilmiş durumda. Bulursanız kaçırmayın. Nisan Yayınları'ndan çıkanların çevirisi çok başarılı. 'Kedi', 'Bella'nın Ölümü' nefis. İngilizce okuduklarımdan aslen bir aşk hikayesini anlatan  'Three Bedrooms in Manhattan' beni çok etkiledi. 'Dirty Snow' ve 'Tropic Moon' da yazarın atmosfer yaratmadaki ustalığını gösteren iki roman.

'Ormandaki Deli' bir Maigret kitabı. Fakat Maigret kitabın çok büyük bölümünde yataktan çıkamıyor. Katili tespit etmek nispeten kolay ama arkadaki hikaye gerçekten sürprizli.

Kısa cümleler, süsten uzak benzetmeler, farklı karakterlerle her Simenon romanının verdiği keyfi veriyor. Özellikle tıkanan İstanbul trafiğinde serviste okumak için ideal.

19 Eylül 2011 Pazartesi

Sadece Gerçek Bu Kadar İnanılmaz Olabilir

Bu haftasonu kitap ve film açısından oldukça verimli geçti. Çete gündüz çok yorulup, akşamları erkenden sızınca iki akşam üstüste film izleme fırsatımız oldu.


İlk filmimiz ‘The Way Back’ti.
Film 1940 yılında Sibirya’da bulunan bir çalışma kampından kaçan bir grup tutuklunun hikayesini anlatıyor. Farklı nedenlerden çalışma kampına gönderilen esirler , kaybedecek bir şeyleri olmamasının verdiği cesaretle kamptan kaçıyor. Yanlarında son derece az yiyecek var ve Sibirya’nın soğuğu önlerindeki en büyük engel. Güneşe bakarak yollarını buluyor ve insanlardan mümkün olduğu kadar uzak durarak ilerliyorlar. Planları Baykal gölü kenarından ilerleyerek, güneye inip Moğolistan’a geçmek.

Açlıkla, vahşi hayvanlarla, susuzlukla, -40 derece soğukla mücadele ediyorlar. Arada kayıplar verseler de Moğolistan sınırına ulaşmayı başarıyorlar. Fakat sınır levhasındaki orak-çekiçten Moğolistan’ın da komunizme teslim olduğunu anlayıp kaçmaya devam etmeye karar veriyorlar. Bu defa hedef Gobi Çölü’nü aşmak ve Himalayalar üzerinden Hindistan’a ulaşmak.

Ve başarıyorlar. Günümüzün en üstün teknolojik kıyafetleri, yürüyüş ayakkabıları ile bile aşılması zor olan dağları ayaklarına sardıkları hayvan derileri ile aşıyorlar. 6500 kilometrelik bir özgürlük yolcuğunu tamamlıyorlar.

Gerçek olamayacak kadar mucizevi bir hikaye

Film; insan azmine şapka çıkarmanızı sağlayan bir yol hikayesi. Çekimler, oyunculuk on numara. Farklı karakterlerin çok derinine de inilmese de grup içindeki roller çok belli.

Filmin başında ‘Gerçek olaylardan esinlenmiştir’diyor. Tabii ki filmin gerçek bir hikaye olduğunu düşünmek etkiyi çok artırıyor. Fakat burada bazı şüpheler var. Film, ekibin lideri Polonyalı Sławomir Rawicz tarafından 1955’te yazılmış bit kitaba dayanıyor. Fakat sonradan Sławomir Rawicz’in kamptan kaçmadığı, salıverildiği ortaya çıkmış. Daha sonra başka bir Polonyalı bu hikayenin kendi başından geçtiğini Rawicz’in bu hikayeyi ondan dinleyip, kitap yazdığını açıklamış.

Bence burada önemli olan bu hikayenin kimin tarafından yaşandığı ya da yaşanıp yaşanmadığı değil. Önemli olan;bu tip hikayelerin yaşanabilir olması ve yaşanmak zorunda kalınması . Ve gerçeklerin yıllarca gizli kalsa da eninde sonunda ortaya çıkması.

7 Eylül 2011 Çarşamba

Brownie ve sufle arası nefis tatlı tarifi

Bayramda bir akşam bizim evde 12 kişilik bir aile yemeği yaptık. Tatlı olarak Alev Alatlı'nın 'Funda'nın Yemek Rehberi' kitabından 'Çikolatalı Tart' yaptım. Tarifi ilk okuduğumda tutacağından tam emin olamadım ama yine de denemek istedim.

Sonuç; brownie ile sufle arası nefis bir tat. Son derece kolay olduğu için çalışanlar için de ideal bir tatlı.

Çikolatalı Tart Tarifi
Malzemeler:
320 gr. çikolata( İki paket kare çikolata)
100 gr.tereyağı
Yarım su bardağı şeker
5 yumurta

Yapılışı:

1)Çikolata ve tereyağını benmari usulu eritin. Benmari için su dolu bir tencereyi ateşe oturtun. Üstüne suya değmeyecek şekilde cam bir kase yerleştirin. Kaseye çikolata ve tereyağını koyun. Alttaki kaynar suyun etkisiyle yağ ve çikolata eriyecek.
2) Çikolata ve tereyağı mikserle karıştırın. Şekeri ekleyip, tekrar karıştırın.
3)Kaseyi su dolu tencerenin üzerinden alın.Yumurtaları teker teker ekleyerek, karıştırın.
4) Yağlanmış ya da altı fırın kağıdı döşenmiş tart kalıbına karışımı dökün.
5) Önceden 180 derece ısıtılmış fırında 30 dakika pişirin.

Tart fırında sufle kadar olmasa da oldukça kabarıyor. Fırından çıkar çıkmaz servis edilebilir. Fakat beklemesinin de hiç bir sakıncası yok. Bekleyince sönüyor ama tadı hala nefis.

Tarifte bitter çikolata diyordu ama bizde sütlü çikolata vardı. Gayet lezzetli oldu. Bitter ile yapıp, yanında dondurma ile servis edilebilir.