9 Ocak 2013 Çarşamba

Kısa Kısa


Arada okumuş olduğum bazı kitaplar var ve ben bir türlü kafamı toplayıp, yazamadım. Yazamayıp, unutacağıma kısa kısa yazmaya karar verdim.



Tango İstanbul: Esmahan Aykol'un son Kati Hirşel polisiyesi. Türkiye'de yaşayan ve Kuledibi'nde kitapçı dükkanı olan Alman Kati Hirşel serinin dördüncü kitabıyla karşımızda. Hikayedeki karakterler de günümüz medya dünyasından çok tanıdık isimler. Eğlenceli başlıyor, fena da gitmiyor ama sonu bağlanamıyor. Bir polisiye için affedilmez hata. Bir daha okumam.

Mutluluk Avantajı: Harvard'tan Shawn Achor'un yazdığı kitap pozitif psikoloji ile ilgili. Toplumda mutlulukla ilgili  genel kanı  'Başarılı olursam mutlu olurum' 'Terfi edersem mutlu olurum'dur. Pozitif psikoloji ise bunun tersini yani 'Mutlu olursam, başarılı olurum'u savunuyor. Bu durumu da pek çok psikolojik test ve bilimsel veri ile destekliyor. Secret gibi geyik değil, özel yaşam ve iş hayatına dair pek çok pratik ipucu sunuyor. Bakış açınızı nasıl değiştirirsiniz, olumlu düşünmeyi nasıl öğrenirsiniz, istediğiniz alışkanlıkları nasıl kazanırsınız gibi sorulara basit egzersizlerle cevap veriyor. Mediacat yayınlarından çıkmış. Çok rahat okunan bir kitap.


Ve Günler Yürümeye Başladı: Eduardo Galeano'nun son kitabı. Her güne kısa bir hikaye ayrılan, olağanüstü güzel bir takvim-kitap. Hikayeler insan hakları, efsaneler, şairler ya da tarihten unutulmuş isimler hakkında olabilir. 6 Ocak Nazım Hikmet'e dairdi mesela. İster başucu kitabınız yapın, her gün bir sayfa okuyun; ister bir oturuşta bir mevsim bitirin. Her haliyle çok güzel güzel.



Ian McEwan'dan aşk ve casus romanı; Sweet Tooth


2013'ün ilk romanını okudum. Ian McEwan'ın son romanı 'Sweet Tooth'u yaklaşık bir haftada okudum. McEwan çok beğendiğim bir yazar. Onunla ilk 'Atonement-Kefaret' filmiyle tanışmıştım. Filmi çok beğenip, 'Film güzelse, kitap çok daha iyidir' diye düşünüp, kitabı okudum. Gerçekten incelikli, acıklı bir aşk romanıydı. Sonundaki sürpriz de çok etkileyiciydi.




Kendini Arayan Casus

Ian McEwan'ın son romanı Sweet Tooth 2012 ortasında çıktı. 1970'lerde geçen romanın ana kahramanı Cambridge Matematik bölümü mezunu Serena Frome. Son derece güzel bir sarışın olan Serena, mezun olur olmaz   İngiliz Gizli Servisi MI5'ta  çalışmaya başlar.

İlk gizli görevi ise Soğuk Savaş'ın kültürel yanıyla ilgilidir. CIA'nin Avrupa'da çok uyguladığı bir model olan sanatçıları el altından destekleme programının benzeri 'Sweet Tooth' adıyla İngiliz Gizli Servisi tarafından başlatılır. Serena da  gelecek vaad eden genç yazar Tom Haley ile bağlantıya geçer ve onu yazarlara maddi destek sağlayan programa katılmaya davet eder. Serena ve Haley arasında aşk doğar ve olaylar gelişir. Başta yavaş akan kitap sonra hızlanıyor ve finalde bizi büyük bir sürpriz bekliyor.



Gerçek Karakterler

McEwan kadın karakter yaratma ve işleme konusunda çok usta. Serena'nın zayıflıkları, kendinden hiç bir zaman emin olamaması, güzelliğinin ve yeteneklerinin farkına varamamasını bir erkeğin yazabilmesi çok etkileyici.

Kitapta pek çok önemli yan karakter var. Serena'nın ailesi dışında onun MI5 ile tanışmasına neden olan Tony Canning de önemli bir rolde. Beni kitapta en çok etkileyen hikayelerden biri Serena ve Tony'nin ilişkisi oldu. Çok acıklı.

Romanda McEwan'ın hayatından pek çok otobiyografik öğe var. Genç yazar Tom Haley McEwan'ın gençliğinden izler taşıyor.

Kitapta edebiyat ve yazarlar da çok önemli bir yer tutuyor. Kahramanlardan birinin yazar olması dışında Serena'nın okuma tutkusu, okumadan yapamaması ve kitap seçim karakteri de önemli. Serena kitaplarda kendini arıyor. O nedenle kadın karakter yoksa o kitabı beğenmiyor.

Sweet Tooth aşk, edebiyat, casus dünyası, kabul edilme, Soğuk Savaş ve 70'lerde kadın olmak üzerine çok şey söyleyen bir roman. Kitapta pek çok mini hikaye de var.  Karakterler yaşıyor ve kitap bittikten sonra da sizinle kalıyor. Edebiyatın süslü cümle kurmak değil hayat kurmak olduğunu bir daha ispatlıyor.

Çok beğendim ve tavsiye ederim. Zaten Hollywood da bu hikayeyi kaçırmaz bence. Bir kaç seneye filmini görürüz.

3 Ocak 2013 Perşembe

Mayi Kıta-Bir Akdeniz Üçlemesi





2012 yılında beni en çok heyecanlandıran gelişmelerden biri de Atlas Tarih dergisinde yazmaya başlamam oldu. Atlas Tarih çok severek okuduğum, hiç bir sayısını kaçırmadığım bir dergi ve bu dergide imzamı görmek bana gurur veriyor.

Yazılarım tarihi araştırmalar değil. Asla buna cesaret edebileceğimi düşünmüyorum. Okuduğum kitaplarla ilgili kısa tanıtım yazıları yazıyorum. Eylül-Ekim sayısında yer alan yazıyı buraya da almak istedim.

Bir şehri görmekle, hissetmek arasındaki fark

 ‘Ölmeden Önce Görmeniz Gereken 1000 Yer’, ‘Roma’da Mutlaka Yapmanız 10 Şey’ başlıklı kitaplar çok satıyor. Biz de bu kitapları hatmedip, maddelerin üzerinden geçtikçe kendimizi seyahat etmiş ve Roma’yı görmüş sayıyoruz. Peki, gerçekten öyle mi? Bir şehirdeki turistik yerleri görmek, listemizi tamamlamak o şehri tanımamızı sağlıyor mu?

Cevabınızı vermeden önce Nicholas Woodsworth’ün  ‘Mayi Kıta-Bir Akdeniz Üçlemesi’ni okumanızı tavsiye ederim. İskenderiye-Venedik-İstanbul ayakları olan üçlemenin şu an için sadece İskenderiye cildi Türkçe’ye çevrildi. Üçleme alıştığımız rehber kitaplardan farklı bir gezi-anı kitabı.

Woodsworth için Akdeniz sadece bir deniz değil, çevresindeki limanlarıyla birbirine bağlanan bir kıta ve medeniyet. Limanlarında sadece malların değil, fikirlerin, yaşayış biçimlerinin, alışkanlıkların değiş tokuşunun yapıldığı, kozmopolitliğin  doğduğu mavi bir kıta.

Woodsworth İskenderiye’deki 1,5 aylık seyahatinde sadece turistik yerlere gitmekle kalmıyor, şehrin yaşayışına da nüfuz ediyor. Her gün yemek yediği lokantadaki garsonla arkadaş oluyor, İskenderiye’nin yeni kütüphanesini ziyaret etmekle kalmayıp İskenderiyeli filozofların kitaplarını o kütüphanede okuyor.

Arkeolojik kalıntıları müzede görmekle yetinmiyor, arkeologlarla tanışıp kazı alanlarına gidiyor. İskenderiye hakkında yazmış Lawrence Durrel, E.M Forster, Kavafis ve onların kahramanlarının izini sürüyor.

İskenderiye’nin dünyanın en muhteşem şehri olduğu zamanları anlamaya çalışmak kadar, geçmişin günümüze yansımasını da bulmaya çalışıyor.

Oryantalist bakış açısına sahip olduğu bölümler olsa da ‘Mayi Kıta’ Akdeniz medeniyeti, ortak tarih, çoğulculuk, kaybolan geçmiş üzerine ilginç bakış açıları getiriyor. En önemlisi bir şehri görmek ile hissetmek arasındaki farkı ortaya koyuyor.

Not: Üçlemenin devam kitapları Venedik ve İstanbul da çıktı. Ben aldım ama henüz okuyamadım.