31 Ekim 2011 Pazartesi

Bizans Yaşıyor




2011 yılı benim için Bizans yılı oldu. Bloga yazmaya fırsatını bulamadığım pek çok Bizans romanı ve tarih kitabı okudum.

Aslında derli toplu ve uzun bir Bizans kitapları yazısı yazmak istiyordum ama sanırım mümkün olmayacak. O nedenle en son okuduğum romanı yazmak daha akıllıca olacak.

Bendeki Bizans merakı buraya da yazdığım Selçuk Altun’un ‘Bizans Sultanı’ ile başladı. Yaşadığımız topraklarda 1100 sene hüküm sürmüş bir imparatorluğu ve medeniyeti çok az tanıdığımı farkettim. Osmanlı’nın 700 sene yaşadığını, Cumhuriyet’in henüz 88 yaşında olduğunu düşünecek olursak Bizans’ın ne kadar köklü ve etkili olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Mimariden, müziğe, yemekten dile Bizans etkisi Osmanlı’da çok belirgin. Yapısal ve tarihi tartışmaları sonraya bırakarak son okuduğum romana döneyim.

Bizans'ı yakından tanıyalım


Haldun Hürel’in ‘Prenses Maria’ adlı kitabını okudum. Kitabın alt başlığı da ‘Bizans İstanbul’unda Ölümsüz Bir Aşk’. Haldun Hürel yetmişlerin ünlü müzik grubu ‘Üç Hüreller’in bir üyesi. Aynı zamanda da büyük bir İstanbul meraklısı. İstanbul tarihiyle ilgili çok sayıda kitabı var.

Roman, Haçlılar’ın istilasından kurtulan ve tekrar Bizans hakimiyetine geçen İstanbul’da 1261 yılında geçiyor. Latin istilası Bizans başkentini harap etmiş, en güzel eserler başta Vatikan olmak üzere Avrupa ülkelerine gönderilmiştir. İmparator Mikael hem Bizans’ı imar etmeye çalışmakta hem de karmaşık gönül ilişkileriyle uğraşmaktadır.


Kitapta ‘Tiran’ olarak tanımlanan Mikael’in gayrımeşru ilişkiden olan kızı Maria da kitabın ana kahramanı. Mikael, ondan habersiz hamile kaldı diye kızının annesini bozuk boğa kanı içirerek öldürmüştür. Maria özgürlüğüne düşkün bir kız olarak kılık değiştirip, İstanbul sokaklarında gezmeye bayılır. En çok merak ettiği ise karşı yaka- Galata’dır. Ve olaylar gelişir.

Tarihi bilgiler doyurucu, roman kurgusu eksik

Haldun Hürel belli ki uzun araştırmalar sonucu bu bilgilendirici kitabı yazmış. Kitap gerçekten de 13. yüzyıl Bizans’ını ve yaşayışını detaylarıyla anlatıyor. Yemeklerden, işkence çeşitlerine kıyafetlerden dönem mimarisine kadar pek çok konuda detaylı bilgi sahibi oluyorsunuz. Ama bunlar kitabı iyi bir tarihi roman yapmaya yetmiyor. Karakterler tek boyutlu, hikaye yeterince sürükleyici değil.

Maria günümüz İstanbul'unda yaşamaya devam ediyor

Kitaba adını veren Maria’nın tarihe geçmesine ve kilise tarafından ‘Azize’ ilan edilmesine neden olan özelliğinden ancak kitabın sonunda çok kısa bahsediliyor. Maria , Moğol İmparatoru Hülagü’ye gelin olarak gönderiliyor ama Hülagü daha o yoldayken ölüyor. Maria da Hülagü’nün oğlu ile evleniyor. Ve  Moğol sarayında önemli bir figür haline gelip, Moğolların Hristiyan olmasında etkili oluyor. Daha sonra İstanbul’a geri dönüyor ve Haliç kıyısında bir manastır –kilise kuruyor. Bu kilise- Kanlı Kilise ya da Moğolların Meryemi Kilisesi –adıyla biliniyor ve hala faal. Kilisenin diğer bir özelliği ise Bizans döneminden kalan tek faal kilise olması.

Maria’nın sureti İstanbul’da sadece kilisesinde değil önemli bir mozaikte de yaşıyor. Kariye Müzesi’nde de Maria’nın rahibe kıyafetli bir mozaiği var. Kitabın kapağında da bu mozaik yer alıyor.

Kitabı okurken Radi Dikici’nin ‘Şu Bizim Bizans’ ve John Freely’nin ‘Strolling Through İstanbul’ kitaplarından da faydalandım. Bu kitapları da ayrıca yazmak isterim.

Sözün özü:

Prenses Maria ancak Bizans meraklılarına hitap edecek bir tarihi roman. Ben faydalandım ama özellikle bu dönemi merak etmeyen okurların çok ilgisini çekeceğini  sanmıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder