27 Ocak 2012 Cuma

Bu blogun kafası biraz karışık

Blog yazmaya başlayalı bir yılı geçti. Blog yazmak bana iyi geldi, istediğim kadar çok yazamasam da en azından sadece başlamakla kalmadım, yazmaya devam ettim. Bu seneki amacım daha sık ve çok yazmak.

Bloga bakınca bazen kendime " Bu ne blogu?" diyorum. Çünkü hem yemek tarifi var hem ülke gidişatı hakkında düşüncelerim. Hem çocuklarla maceralarımı anlatıyorum hem de Osmanlı tarihi üzerine kitapları.

Kendim gibi blogumun da kafası biraz karışık galiba. Blog dediğin teknoloji blogudur, yemek blogudur ya da anne- çocuk blogudur. Benimki her telden çalıyor. Aynı anda hem Kanaviçe dergisi hem de Notos Edebiyat alan birinden de çok başka bir şey beklememek lazım belki de!

Bu sene yapmak istediğim şeylerden biri; odaklanmaktı. " Ben ne yapmak istiyorum?" diye sorunca o kadar çok cevap verdim ki durum daha da komik bir hal aldı.

Ne yapmak istiyorum? (Ayıklanmış ve kategorilendirilmiş cevaplar)
 
- Tarih okumak istiyorum. Okulda oğrendiklerimiz dışında tekrar baştan tarih okumak istiyorum. Öğrenmek istediğim o kadar çok dönem var ki.Haçlılar, Bizans tarihi, Anadolu'ya Türklerin gelişi, Balkanlar'in tarihi ve Yeniçeriler öncelikli merak alanlarım. ( Yetmez mi dediğinizi duyar gibiyim)
 
-Bazı  yemekleri gerçekten iyi yapmak istiyorum. Evde ekmek yapabilmeyi, kendi adımla anılan yemeklerim olmasını  istiyorum. Fransız Soğan çorbasını ve pizzayi gerçekten güzel yapabilmeyi istiyorum. Bu sene daha önce hiç yapmadığım en az 3 yemeği  denemek istiyorum.
 

-Evimizin daha düzenli, aydınlık ve renkli olmasını istiyorum. Dekorasyon işinden gerçekten hiç anlamıyorum. Perde seçmeye gittiğimde bile paralize oluyorum. Ne neyle gider,  evin neresinde hangi renk kullanmak lazım bir türlü bilemiyorum. Bununla ilgili ne kadar okusam etsem de, iş  ürün seçmeye geldiğinde kilitleniyorum. Ama bu sene öncelikli alan aydınlatma olarak evimizi daha yaşanilir, pratik ve güzel kılmak istiyorum.

Hedef kitlem: İşte orası biraz komplike

Bu maddelerin arasına yapmam zorunlu olan işimle ilgili gelişmeleri takip etmek, cok çalışmak, ailemle bol ve kaliteli vakit gecirmek, sosyal faaliyetler gibi modern insanın de facto görevlerini yazmadım. okuyanne'de de bu sene öncelikli olarak yukarıdaki konular olacak gibi duruyor.

Hedef kitlem çok komplike:) Okumayı seven, tarih meraklısı, dekorasyondan anlamak isteyen kişiler. Üstüne bir de çocuklu, çalışan , kafası karışık biriyseniz bu blogda kendinizi bulacaksınız  demektir.

25 Ocak 2012 Çarşamba

Meğer annem anneannemmiş

Hani üçüncü sayfa haberlerinde okuruz. 'Annesi bildiği kadın anneannesi çıktı' başlıklı haberler olur. Anne çocuğunun bırakıp gitmiştir, çocuk da bir yalanın içinde büyür. Anneannesini anne bilir, dedesini de babası. O yalanın içinde mutludur çünkü yalan olduğunu bilmez. Ta ki gerçeği öğrenene kadar. Bir yalanı yaşadığının öğrendiği an yıkılır, toprak ayaklarının altından kayar.

İşte ben de son senelerde tam da bunu yaşıyorum. Yok,  annem anneanneannem çıkmadı. Ama bana öğretilen, bildiğim devlet tamamen yalan çıktı.

Okullarda öğretilen, tarih diye senelerce okuduklarımız yalan çıktı. Senelerdir kerli ferli adamların yaptığı açıklamalar yalan çıktı. Türk devleti yaratıyoruz diye yapılanların gerçek yüzü ortaya çıkmaya başlayınca dökülen kanlar ortaya çıkıyor.

Toprağın neresini kazsan katliam çıkıyor.
Farklı dini, farklı siyasal  inancı, farklı etnik kökeni nedeniyle kaç insanın öldürüldüğünü bile tam olarak  bilmiyoruz.

Hepimizi tek tipleştirmek için neler kaybettik? Bu topraklardan gidenler kimlerdi? Şimdi bazı şeyleri öğrenmeye başladık ama ne kadarı doğru? Ne kadarı hala gizli?

Tabii ki bu gerçekleri bugün öğrenmeye başlamadım. Ama Ermeni olaylarını 18 yaşında, Kürt meselesini 15 yaşında, Dersim'i 30 yaşında öğrenmenin utancıyla yaşıyorum. Gerçekler ancak birilerinin işine yarar hale gelince ortaya çıkmaya başlıyor. 90'larda gömülen kafatasları bugün ortaya çıkıyor. Kimbilir bugünün gerçekleri ne zaman ortaya çıkacak?

Yalan söylediğini öğrendiğimiz anneannemize ne kadar güvenebiliriz? Bu devlete nasıl güveneceğiz? Ve güvenemezsek nasıl yaşayacağız?

18 Ocak 2012 Çarşamba

Hepimizle Dalga Geçtiler



Hrant Dink cinayetiyle ilgili  karar çıktı.  Cinayetin arkasında örgüt yokmuş. Suça sürüklenen çocuk, milliyetçi duygularla işlemiş cinayeti. Yargı bireysel bir suç olduğuna karar verdi  ve öyle cezalandırdı.

Farklı bir şey bekliyor muyduk? Hayır ama yine de saflıkla umut ediyorduk. Her şey bu kadar ortadayken, bağlantılar defalarca yazılmışken yargı gerçeği göz ardı etmez diyorduk.

Cinayetin nasıl planlandığını, nasıl örtbas edildiğini yazanlar örgüt suçlamasıyla içerde tutulurken, saçlarını kestirdi, poşu taktı diye öğrenciler örgüt üyesi suçlamasıyla içeri alınırken bu kadar bariz bir gerçeği örtemezler diyorduk.

Örttüler, görmezden geldiler, üstünü kapadılar, bağlantılar ortadayken yok saydılar. Soruşturmada yapılması gerekenleri yapmadılar, ses kayıtlarını zamanında istemediler, adil yargıyı yerine getirmediler.

Fethiye Çetin'in dediği gibi 'Hepimizle dalga geçtiler. En büyük dalgayı da sona sakladılar'



Aslında bizimki saflık. Bu ülke, bu topraklar farklıyı hiç sevmemiş, hep yoketmek istemiş. Hoş görmemiş ancak hor görmüş. Herkes tek tip olsun, kimse farklı görünmesin, konuşmasın, davranmasın, inanmasın istemiş. Farklı olanları sindirmiş, öldürmüş, yok etmiş. Sonra da kanıtlarını da ortadan kaldırmış.

Şimdi Twitter'da yine benim gibi düşünen insanları takip ederek, birbirimize düşüncelerimizde hak vererek kendi sanal dünyamızı yaratıyoruz. Bildiğimiz gerçekleri, Türkiye'yi, haksızlıkları yine bizim gibi düşünenlere anlatıyoruz. Kendi küçük dünyamızda haksızlıklara öfkemizi kusuyoruz.

İşe yarayacak mı? Çoğunluğun umurunda mı? Katiller gülümseyerek uzaklaşırken, çok yakında göreceğimiz gibi 'Kahraman' ilan edilirken biz ne yapacağız? Ne yapabileceğiz? Korku bizi de esir alacak mı? Hiç bir şey olmamış gibi yaşamaya devam edecek miyiz?

Cevapları biliyorum ama dile getirmeye korkuyorum.



3 Ocak 2012 Salı

Hissiyatım

Yeni yıla hüzünlü ve geleceğe dair umutlarım kırık bir şekilde girdim.

Türkiye'de saflar ayrılıyor, kimse kimseyi dinlemiyor, anlamaya çalışmak yerine bağırmak, gerçekleri öğrenmek yerine ezberlenmişi tekrarlamak prim yapıyor.

Hayat giderek hızlanırken kimsenin ince şeyleri anlamaya vakti olmuyor, 'olmak' yerine 'almak' önemli hale geliyor.

Sonunda kendimizi ve dünyayı tüketeceğimizi bildiğimiz halde gözümüz doymaz bir şekilde tüketmeye, sömürmeye ve sömürülmeye devam ediyoruz.

Sürekli bir yere, bir şeylere yetişmeye çalışırken odaklanamıyor, anda varolamıyoruz. Şu an yerine ya geçmişte takılı kalıyor ya da geleceğimiz için endişeleniyoruz.

Konforumuz bizim için o kadar önemli ki onu kaybetmemek için özgürlüğümüzü kaybettiğimizin farkına bile varmıyoruz.

Bu yıl yapmak istediğim bazı şeyler var.

Öncelikle bir durup, kendime bakmak istiyorum. Ne yapıyorum, ne yapmak istiyorum diye.

Sonra odaklanmak istiyorum. İçinde olduğum ana, okuduğum kitaba, yaptığım işe. Aynı anda otuz şey düşünmekten ve aslında hiç bir şey düşünmemekten yoruldum.