19 Kasım 2012 Pazartesi

'Doğu'dan Uzakta' Müthiş

Amin Maalouf'u çok severdim. İlk olarak 90'larda  'Afrikalı Leo' sunu okuyup hem şaşkınlığa düşmüş hem de çok beğenmiştim. Okuduğum tarihi romanlardan çok farklı, bambaşka bir dünyaydı anlattığı.

Ardından Hayyam'ın hikayesini anlattığı ' Semerkant' geldi. 'Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri' ise Maalouf'un araştırmacı yönünün ne kadar kuvvetli olduğunu ortaya koyan müthiş bir eserdi. Bildiğimizi sandığımız tarihi farklı bir açıdan okumamızı sağladı.

Fakat son yıllarda Maalouf'a mesafeli yaklaşmaya başldım. 'Beatrice'den sonra Birinci Yüzyıl' beni hayal kırıklığına uğrattı. 'Çivisi Çıkmış Dünya'yı ise yarım bıraktım.




Son hayal kırıklarıma rağmen 'Doğu'dan Uzakta' çıkınca resmen koşarak, gidip aldım. Ve çok, çok, çok beğendim.

Romanın kahramanı Adam, iç savaş nedeniyle genç yaşta ülkesini ve arkadaşlarını terk edip Fransa'ya yerleşmiş bir tarihçi. Aslında Amin Maalouf'un kendisi. Lübnan'dan Fransa'ya göç eden Maalouf romanda bir kere bile Beyrut ya da Lübnan adını kullanmıyor. Bu detay beni çok etkiledi. Hani, bazen eski sevgilinin adının geçmesi bile insanı dağıtır ya, aynen onun gibi Maalouf da vatanının adını anmak istemiyor gibi geldi.

'Gitmek mi zor, kalmak mı? '


Adam, eskiden en yakın arkadaşı olan Murad'ın ölüm döşeğinde olması haberi üzerine Doğu'ya döner. Ölmeden önce onu görmeye yetişemez ama hemen de geri dönmez. Ve ülkesiyle, gençliğiyle  16 günlük bir yüzleşme yaşar.

Üniversitede kendilerine 'Bizanslı' dedikleri bir grupları vardır ve 25 yıl içinde bu grup ülkenin ve dünyanın farklı yerlerine savrulmuştur. Adam, kimi Brezilya'da, kimi Amerika'da kimi de Doğu'da bir manastırda olan eski arkadaşlarıyla iletişime geçer ve hepsini Murad'ın anısına biraraya getirir.

'Doğu'dan Uzakta' benzerlerini okuduğumuz bir geri dönüş ve geçmişle yüzleşme kitabı. Fakat sorduğu sorular, tespitleri ve özellikle üslubu o kadar güzel ki insan elinden bırakamıyor. Burada yazar dışında çevirmen Ali Berktay'a da teşekkür etmek lazım.

'Geçmiş geri gelir mi?


Kitap sembollerle dolu. Kahramanların adlarından, Adam'ın biyografisini yazmak istediği Atilla'ya kadar pek çok farklı sembol üzerine düşünmek lazım.

Kitaplardan alıntı yazmayı çok sevmiyorum ama bu kitaptan bazı bölümleri almak istedim.

...'Ben ne zenginlerin miyopluğundan, ne açların körlüğünden mustarip olduğu için dünyaya bilinçli bakabilen orta tabakadanım'...

Atilla ile ilgili... 'O, göçmenin ilk örneğidir. Ona, 'Artık bir Roma yurttaşısın' deselerdi, bir togaya sarınır, Latince konuşmaya başlar ve imparatorluğun silahlı kuvveti olurdu. Ama ona :' Sen bir barbar ve dinsizden başka bir şey değilsin' dediler ve o da ülkeyi yakıp, yıkmaktan başka bir şey düşünemez oldu' ...

...'Ben nasıl iki vatan arasındaysam, aynı şekilde inançla inançsızlık arasındaydım, kah birine kah diğerine yaklaşıyorum, ama hiçbirine ait değilim. En çok, bir din adamının vaazını dinlediğimde kendimi inançsız hissediyorum; ne zaman kutsal bir kitaptan alıntı yapılsa zihnim isyan ediyor, dikkatim dağılıyor, dudaklarımdan beddular dökülmeye başlıyor. Ama dinsel olmayan bir cenaze törenine katıldığımda da, ruhum üşüyor ve içimde Süryani ya da Bizans ilahileri, hatta Aquino'lu Thomas tarafından söylenen eski 'Tantum ergo'yu söyleme isteği doğuruyor..

'Doğu'dan Uzakta' bu coğrafyadaki herkesin sorduğu soruları soruyor.

'Gitmek mi zor kalmak mı? 'Kanlı bir savaşta temiz kalmak mümkün mü? ' Farklı dil ve kültürler birarada yaşayabilir mi?' 'Ortadoğu'da barış mümkün mü?

Peki, soruların cevabı kitapta var mı? Onu da her okur kendisi bulmalı.