30 Kasım 2020 Pazartesi

Suluboyanın Hayata Dair Öğrettikleri

 Korona günlerinin bana en büyük faydası suluboyaya başlamam oldu. Okulda resim derslerine özel bir ilgim yoktu, çizim ya da boyayla hiç ilgilenmedim. Resim sanatını, müze gezmeyi, ressamları ve dönemleri öğrenmeyi hep sevdim ama resim yapabileceğimi hiç düşünmemiştim. Resim ancak çok yeteneklilerin yapabileceği ve çok iyi olmadıkça denenmemesi gereken bir işti benim için. Mazallah rezil olabilirdim! 

Ders 1: Yeni şeyler denemekten korkmayın. 

Mart'tan itibaren evde kalmaya başlayınca kitap okumak ve dizi izlemek dışında kafamı dağıtacak bir uğraş aradım.Ve sosyal medya mucizesi girdi devreye. Twitter'da takip ettiğim Aslıhan Karay suluboya işlerini paylaşmaya başladı ve bu benim çok ilgimi çekti. Hem onun gelişimini görmek hem de Instagram ve Youtube'daki eğitim kanallarını seyretmek merakımı daha da arttırdı. Ve uzun zamandır ilk kez 'Mükemmel olmak zorundayım' fikrini kenara bırakıp yeni bir şey denemeye cesaret ettim. İnternetten bir suluboya seti, kağıt ve fırça sipariş ettim. Gelir gelmez de oturup, ilk denememi yaptım. Mucize gibiydi çünkü yapabildim. Ortaya çıkan çok korkunç bir şey değildi. Yeni bir şey denemek korkulacak bir şey değildi. 

Ders 2: Sosyal medyanın faydası onu kullanım şekline bağlı. 

Suluboyada en büyük öğretmenim Youtube'daki yerli ve yabancı suluboya kanalları oldu. Gerçekten  müthiş bir hizmet. En basit kurallardan, farklı tekniklere, yaratıcı önerilerden, malzeme seçimine kadar her konuda bilgi var. İzlemesi de adeta terapi gibi. Tabii ki biraz hayaller, gerçekler durumu oluyor. Bob Ross'un 'Şuraya küçük bir ağaç yapalım' deyip bir fırça hareketiyle çok inandırıcı bir ağaç yapması ve sizin evde kalakalmanıza benzer anlar yaşadım. Çok basitmiş gibi görünen renk karışımları ve fırça hareketlerinin zorluğunu anladım. 

Boş zaman geçirme aracı olarak düşünülen sosyal medya mecralarının ne kadar zengin ve öğretici olabildiğini bir daha anladım. Henüz bir online kurs almadım ama eminim onlar da çok öğreticidir. 

Ders 3: Malzemeyi tanıyın. 

Suluboyanın malzemeleri çok belli ve basit. Su, boya,fırça ve kağıt. Ama her malzemeyi tanımak o kadar kolay değil. Bu malzemeler arasındaki en önemli olanın su olduğunu anlamam 6 ayımı aldı. Suyun miktarı, kağıt üzerindeki dağılımı, yönü bir resmin nasıl olacağını belirleyen en önemli unsur. Ayrıca suyu kontrol etmeyi öğrenmek hiç de kolay değil. Hatta belki tam anlamıyla kontrol etmek hiç öğrenilemiyordur. Bir miktar yön verilebilir ama su akar, kendi yolunu bulur. 

Malzeme ve su benim için aynı zamanda hayatın bir metaforu oldu. Hayatta da ailemizdeki insanları, arkadaşlarımızı, fırsatları tanımak ama gerçekten tanımak çok önemli. Kısa zamanda olabilen, kolay  bir şey de değil. Resim malzemesini farklı tekniklerde tanımak gibi insanları da farklı koşullarda tanıyabiliriz ancak. Zor zamanlardaki arkadaş davranışıyla partileyen arkadaş davranışı bir mi?

Ve aynı su gibi insanları ve hayatı da tam olarak bilmek,  kontrol edebilmek ya da hakim olabilmek mümkün değil. Zamanla ve tecrübeyle biraz da anlayabilirsiniz belki ama asla ne olacağını tam olarak bilemezsiniz. 

Ve aslında bu bilinmezlik hem hayatta hem de suluboyadaki en güzel şey. Suluboyayı suluboya yapan rastgele ortaya çıkan desenler, hata ile yapılan fırça darbelerinin beklenmedik sonuçları. Resme kişilik ve derinlik kazandıran anlık dokunuşlar. Tıpkı hayattaki gibi. Her şeyin planlanabildiği ve öngörüldüğü şekilde sonuçlandığı bir hayat yaşanmaya değer olur muydu? Hayatınıza sokacağınız insanları daha dikkatli seçebilirsiniz ama nasıl davranacaklarına siz karar veremezsiniz. Malzemenizi tanıyabilir, iyi geçinebilir ama asla tam olarak hakim olamazsınız. 

Ders 4: Ne zaman harekete geçeceğin çok önemli. 

Suluboyadaki teknikler biri; wet on wet. Yani ıslak zemin üzerine boyama yapmak. Suluboyanın kendine has hayali arka planlarını ve rüya gibi manzaralarını yapmak için nefis bir teknik. Fakat uygulamak o kadar kolay değil. Zeminin yeterince ıslak olmasını sağlamak, katlar arasında yeterince zaman bırakmayı öğrenmek, kağıdın yeterince kuruduğundan emin olmak için çok deneme yapmak gerekiyor. Çok ıslakken de yapmamalısınız, çok kuruyken de. Resme ne zaman müdahale edeceğiniz çok kritik. Çok erken de olmamalı, çok geç de kalmamalısınız. Tıpkı; hayattaki kararlarımız gibi. Ne zaman müdahale edeceksiniz? Müdahale etmeli misiniz? Yoksa çok mu geç artık? Hepsi ancak tecrübeyle öğrenilebiliyor. Hatta bazen ne kadar tecrübeli olsanız da yanlış karar verebiliyorsunuz. 

Ders 5: Bırgalama.

Dedemin lafıydı; 'Bırgalama' Çok gerekmedikçe, kurcalama, gereksiz müdahale etme anlamında kullanırdı. Suluboyada da resme gereksiz müdahale sadece fazlalık oluşturmaya ve resmi kötüleştirmeye yarıyor. Oraya bir dokunuş, buraya bir çiçek derken çorbaya dönen resimle başbaşa kalırsınız. 

Hayatta da elinizdekiyle yetinmek,çok kurcalamamak, sonuçları kabullenmek ve bırgalamamak önemli. 

Ders 6:Paylaşmak güzeldir. 

Suluboyaya başladıktan kısa bir süre sonra yaptıklarımı sosyal medya hesaplarımdan paylaşmaya başladım. Amacım tabii ki hem beğenilmek hem de başkalarının da heveslenmesini sağlamaktı. Başta yakın arkadaşlarım olmak üzere pek çok kişi yaptıklarımı beğendi. Ben de hem çok mutlu oldum hem de 'tabii, arkadaşım oldukları için beğeniyorlar' diye düşünerek özgüvensizliğime devam ettim. Arada kendim de yaptıklarımdan bazılarını beğendikçe 'Belki de gerçekten beğeniyorlardır' diye düşünmeye başladım. 

Paylaştıkça hem öneri almaya başladım hem de gerçekten arkadaşlarım da merak salmaya başladı. 

Ayrıca güne bir çiçek resmiyle başlamaktan kim şikayetçi olabilir ki?

Boya ve fırçaların altı ay gibi kısa bir zamanda bana öğrettikleri şimdilik bu kadar. Başarısız ya da rezil olmaktan korkmadan denemek güzelmiş. En önemli dersim de bu oldu. 





24 Mayıs 2020 Pazar

Korona Günlerinde Bayram

'2020 yılında Şeker Bayramı'nı Korona önlemleri nedeniyle ülke çapında sokağa çıkma yasağıyla geçirdik.'

Tarihte minicik bir satır olacak bu bilgi hepimizde farklı farklı etkiler bıraktı. 2,5 aydır çok da etkilenmediğimi düşündüğüm sosyallikten uzak olma gerçeği bu sefer beni fena çarptı. Tüm hayatım boyunca çok önemli olan bayrama hazırlık, anneanne /anne evine gitme, bayram ziyaretleri, bayram sofralarının yokluğu düşünmediğim kadar derinden etkiledi beni.

Bayrama dair her şeye bayıldığım düşünülmesin. Bir bayram saymıştım, tam 28 ziyaret yapmıştık. Her yerde aynı sorulara cevap vermek, ikramları yemek zorunda kalmak özellikle ergenken pek de hoşa giden konular değil. Hatta bir keresinde kentsel dönüşüm nedeniyle apartmanı yıkılıp, yeniden yapılan akrabamızın evi yerine bir kat üstteki daireye gitmiş ve yanlış yere gelmemize rağmen tabii ki gayet güzel ağırlanmıştk. Küçük yer olduğu için herkes herkesi tanıyordu ve onlar da yanlış geldiğimizi anlamalarına rağmen çaktırmamışlardı.

En güzel bayramlar çocukken yaşanan bayramlar. Çocukluğa anlam katan anneanneler, dedeler, babaanneler birer birer yitip gittikçe bayramlar da nispeten soluklaşmaya başlıyor. Aileye yeni canlar, tatlı bebekler katıldıkça ise bayramlar tekrar neşeleniyor. Hayat döngüsünü tekrar yüzümüze çarpıyor bayramlar. Harçlık toplayan çocuklarken, harçlık veren amca-teyzelere dönüşüyoruz. Sevdiklerimiz ise birer birer meçhule giden gemiye binmiş oluyor.

Bayramlar gidenleri ve onlarla geçen güzel günleri anmak için güzel bir fırsat. Hala hayatta olanların da ne kadar kıymetli olduklarını bir kez daha anlamış oluyoruz. Korona bize gösterdi ki hayatımız her an alt üst olabilir. Alt üst olmadan yaşadığımız anın ve sevdiklerimizin değerini bilmeyi öğrenmek gerek. Kayıpların derinliğini daha çok hissettiğimiz bugünler aynı zamanda elimizdekinin değerini de gösteriyor.

Şu an Korona nedeniyle görüşemediğimiz sevdiklerimiz gün gelecek bir daha hiç bir zaman fiziki olarak göremeyeceğimiz kişilere dönüşecek. Bu basit gerçeği yasaklar nedeniyle tekrar idrak ettim.

Hepimiz geliyoruz ve gidiyoruz. Geride hoş bir sada bırakabilmek ümidiyle!

İyi bayramlar!



24 Mart 2020 Salı

Korona Günlükleri-2-Hepimiz aynı gemide miyiz?

Bugün 24 Mart 2020-Salı

Türkiye'de ve tüm dünyada Korona virüsünün ölümcül ve yıkıcı etkileri tek gündem. Dün Fatih Terim'in test sonucunun pozitif olduğu açıklandı ve bu durum büyük yankı uyandırdı. Terim maçların ertelenmeyip, seyircisiz oynanmasına büyük tepki göstermişti. Hayati tehlikeyi anlatmaya çalışmış ve pek çok yetkilinin aksine bu işin ciddiyetini çok erken anlamıştı. Hastalığına üzüldüm. Umarım şifa bulur.

Virüs çıktığından beri pek çok farklı tartışma konusu ortaya çıktı.O kadar çok konuşulacak şey var ki.  İşin bilimsel ve tıbbi yönüne girmeyeceğim. Fakat bazı tartışma konularıyla ilgili fikirlerimi yazmak isterim. Yazmak aynı zamanda benim de kafamın billurlaşmasını sağlıyor.

Salgınla beraber gelen gündeme gelen konulardan  biri 'Hepimiz aynı gemideyiz' idi. Bazılarına  göre  bu salgın zengin-fakir ayırt etmeden herkesin aynı gemide olduğunu anlamasını sağladı. Malum virüs bulaşırken zengin misin fakir misin diye bakmıyor. Herkesin hastalığa yakalanma şansı/şanssızlığı var. Evet, bir yere kadar virüs hepimiz eşitledi. Zengini fakiri, Amerikalısı, Hintlisi herkes vürüs karşısında çaresiz. Bu taraftan bakarsak hepimiz aynı gemideyiz. Ama gemide çooooook farklı kamaralar ve o kamaraların bu hastalık karşısında çok farklı savunma biçimleri var.

Öncelikle maddi durumu iyi olanların kendilerini izole etme şansları var. Fabrikada çalışan ve işe servisle ya da toplu taşıma ile giden  bir işçi ile evinden işlerini yöneten patronun virüsle karşılaşma ihtimali aynı değil. Çalışan kesimdeki olasılık kat kat fazla. Bu durum tabii ki patronu dokunulmaz yapmaz, o da şans eseri virüs kapabilir ama olasılık az.

Ayrıca bu hastalıkta bağışıklık çok önemli. Yani iyi beslenen, spor yapan, meyve-sebze yiyen kişiler çok daha dirençli. Ekonomik zorluk yaşayan ve bu nedenle ağırlıklı karbonhidrat ve şekerli gıda yiyen kişilerin bağışıklıkları düzgün beslenen sınıflarla aynı mıdır? Tabii ki obez ve çok kötü beslenen zengin insanlar da tanıyorum ama genele bakacak olursak iyi beslenmek bilinç dışında maddi imkan da gerektiriyor.

Yalıda da da otursak, gecekonduda da otursak hepimiz eve kapandık. Bu da bir nevi eşitlenme sayılır diyenler var. Hayır, eşitlenme değil. His olarak yalıda oturanlar da kendilerini kötü hissedebilir ama çıkacak bir bahçesi olmakla nem kokulu tek odada kalmak zorunda olmak aynı şey değil. Tabii ki mutluluk-huzur insanın kendi içindeki hisler ama maddi şartlar genel durumu da etkiler.

Zengin ve fakirin sağlık imkanları da aynı değil. Tüm dünyada nedense hep zenginlerde, sporcularda ve yönetici eşlerinde çıktı virüs. Neden? Çünkü başta bir tek onların teste ulaşma imkanı ve ayrıcalığı vardı. Teşhisteki bu ayrıcalık sizce tedavide olmayacak mı? Henüz başlamadı ama tedavi için yoğun bakım ünitelerine ihtiyaç olduğunda torpilli ve zenginler için ayrıcalık yapılmayacak mı?

Bulunduğumuz gemi Titanik'se evet hepimiz aynı gemideyiz. Gemi batıyor ama alt kamaradakiler çok daha şanssız. Lüks kameradakiler için de kayıp büyük ve acılı olacak ama asıl bedeli her zamanki gibi alt kamaradakiler ödeyecek.




23 Mart 2020 Pazartesi

Korona Günlükleri-1

Bugün 23 Mart 2020-Pazartesi.

Tüm dünyayı saran Korona salgınının etkilerini herkes gibi ben de yaşıyorum.13 Mart Cuma günü evden çalışmaya başladık. O günden bu yana sadece bir kere markete gitmek için evden çıktım. Alışveriş işlerini arada işe gitmek için evden çıkan eşim hallediyor.

Çocuklar ve ben hep evdeyiz. Günler yemek ve temizlik yapmakla, haber takibiyle ve aile ve yakın arkadaşlarla görüşmelerle geçiyor. Herkes için zor zamanlar.

Yaşadıklarımız ne kadar inanılmaz gelse de tüm dünya ile beraber çok zorlu bir sürecin içinden geçiyoruz. Kişisel kaygılar, sağlık endişeleri, sevdiklerimiz için korkularımız, ekonomik zorluk beklentisi. Hepsi bir anda beynimizin bir yerlerinde bizi bekliyor, endişeye, çaresizliğe, kalp çarpıntısına neden oluyor.

Evdeki ilk günler ara ara yükselen çarpıntılar yaşadım. Her travmada olduğu gibi inkar, yas ve kabullenme süreçleri var. İlk başta olanlar yalan, gerçek değil gibi geliyor. Sonra bir panik hissi yükseliyor. Fakat belli bir süre geçince ve nispeten daha soğukkanlı düşünmeye başlayınca tedbir almaktan başka yapacak bir şey olmadığını anlayıp bir miktar sakinleşiyor insan.

Tüm dünyada bir bilinmezlik var. Ve bilinmezlik, belirsizlik insan beyninin en sevmediği şey. 'Ne olacak?' 'Bundan sonra ne olacak?' 'Ölecek miyim?' Sevdiklerim ölecek mi? 'İşimi kaybedecek miyim? 'Maaş ödeyebilecek miyim?' 'Dünya batacak mı? 'Çin mi egemen olacak?'

Ben de herkes kadar endişeliyim. Belirsizlikler ve çaresizlik hissi ile mücadele çok zor.

Çarpıntı ya da kaygı artışı hissettiğim zaman rahatlamamı sağlayan bir kaç şey var.

Öncelikle mevcut duruma bakıyorum. Evdeyim, ailemle beraberim, hepimiz sağlıklıyız. Yiyecek yemeğimiz var. Derin nefes alıp bunların ne kadar önemli olduğunu tekrar düşünüyorum. Ve bu sahip olduklarımın aslında elde edilmesi ne kadar zor olduğunu kendime tekrar hatırlatıyorum. Evet, şanslıyım. Şükran doluyum.

Evet, haberler kötü. Muhtemelen daha da kötü olacak. Herkesin söylediği gibi paniğe kapılmadan doğru haber kaynaklarını takip etmek çok önemli. Fake olduğu ilk anda anlaşılan haberlere itibar etmeyin. Sağduyunuzu ve aklınızı kullanın. Saçma bağışıklık yöntemlerine inanmayın ve yaymayın.

Sonra kendi yapabileceklerime odaklanıyorum. Kendimi ve ailemi sağlıklı beslemeliyim. Meyve-sebze-su ve bitki çaylarını eksik etmiyorum. Evdeki düzen önemli. Sabah normal saatte kalkıp kahvaltı hazırlıyorum. Sonra ev işleri var zaten. Düzeni bir gün yemek bir gün temizlik olarak yaptım. Bir gün detaylı temizlik yapıyorum, ertesi gün sadece süpürüyorum.

Yemek konusu ilk 10 gün iyi gitti. Çocuklar sevdiği için makarna-pilav-gözleme-pizza her gün mutlaka yendi. Çorba, baklagil, köftenin yanında mutlaka ayran ve meyve yedik ki lif olsun.

Evde çok enerji harcanmadığı için günde iki ana öğün bizim için yeterli oluyor. Saat 16/17 civarı yenen bir ana yemekten sonra çok acıkmıyoruz ve bir daha yemek yemiyoruz.

Sağlıklı kalmak, düzenli su içmek ve uyku düzenini devam ettirmek moral açısından da çok önemli.

Başlarda odaklanma sorunu çektiğim için kitap okuyamadım. Etamin işlemeye başlamıştım ama onu da yapamıyorum. Son iki gündür kendimi zorlayarak okumaya başladım ve gerçekten iyi geldi. Online kurs vb şu an için bana iddialı geliyor ama yapabilenleri takdir ediyorum. Kafanızı kötü haberlerden uzak tutan her nevi uğraş şu an için gerekli.

İşe toplu taşımayla gidip geldiğim için günde 10 bin adım atan ve düzenli pilates yapan hareketli biriydim. 10 gündür hareket etmemenin etkilerini şimdiden vücudumda görmeye başladım. Online egzersiz ya da evde sadece bildiğim hareketleri yapmak bile iyi gelecektir ama daha ona başlayamadım.

Şu anda en büyük egzersizim kızımla yaptığımız balon voleybol maçları. Çok eğlenceli , tavsiye ederim. Okey oynamak, monopoly ve diğer kutu oyunları da zaman geçirmek için güzel.

Gülmek ve sevdiklerimizle bağı sürdürmek de en önemli bağışıklık kaynaklarından biri. Bu zor günler geçecek, tekrar birlikte olacağız. Önemli olan bu zor zamanlarda bize yakışan şekilde davranmak. Hepimizin hem vatandaş olarak hem de içinde bulunduğumuz iş-aile-komşuluk ilişkileri nedeniyle sorumlulukları var. Öncelikle sosyal izolasyon ile dışarı çıkmayarak virüsün yayılmasını engellemeliyiz. Sonra da başta kendimizin sonra da yakın ve uzak ailemizin moralini yüksek tutmalıyız.

Bu işte yalnız değiliz. Zorlukları hep beraber göğüslemeli, birbirimize destek olmalıyız. O panik hissi yükseldiğinde derin nefes alarak, yapabildiklerimize odaklanmalıyız.