18 Nisan 2012 Çarşamba

Benim Büyük Hayalkırıklığım; Sultanı Öldürmek




Ahmet Ümit'i yazar ve kişi olarak çok severim. Yazdığı tüm romanları, çocuk kitapları da dahil olmak üzere okudum sanırım. Favorilerim ise 'Kukla', 'Patasana' ve 'Aşk Köpekliktir'. Temiz Türkçesi, işlek kalemi ve kurgusunu severim. Özellikle tarih bilgileri içeren romanlarını da tarihe ilgimden dolayı merakla okurum.

Kişi olarak sevmemin nedeni ise kendisiyle zamanında yaptığım röportajlarda konuşkan, içten, paylaşmayı seven, samimi bir insan olduğu hissine kapılmamdır. Ahmet Ümit'te bir şey öğrendikçe sevinen, onu sabırsızlıkla paylaşmak isteyen, ağzı dolu dolu anlatan, birileri anlattıklarıyla ilgilenince mutlu olan bir insan gördüm ben.

Her kitabının çıkışını sabırsızlıkla bekledim. Son kitabı 'Sultanı Öldürmek'i de.

Çıkar çıkmaz da aldım. Ve heyecanla okumaya başladım.

DİKKAT: AĞIR SPOILER İÇERİR



HIZLI BAŞLANGIÇ, DAĞINIK SON

Kitap gayet hızlı başladı. Ana kahramanımız tarihçi Müştak Serhazin, 21 yıl önce onu terkeden büyük aşkı Nüzhet'i evinde ölü buldu. Dünya çapında ünlü bir tarihçi olan Nüzhet, onu Amerika'ya gitmek için terketmişti.

Müştak yaşadıklarını zaman zaman unutmasına neden olan psikojenik füg hastalığından muzdarip. Nüzhet'i bulduğunda da olayın öncesinde yaşadıklarını hatırlamadığı için cinayeti kendisinin işlediğini düşünüp paniğe kapılıyor ve olaylar gelişiyor. Soruşturmayı Ümit'in diğer romanlarından tanıdığımız Komiser Nevzat ve ekibi yürütüyor.

Kitaptaki Sultan nereden geliyor derseniz, Nüzhet ve Müştak Fatih dönemi uzmanları. Nüzhet'in son dönemde Fatih üzerinde çalışması ve baba katilliği ile ilgili araştırmalar yapıyor olması cinayetin bu araştırmayla bir ilgisi olduğu şüphesini doğuruyor. Ayrıca Nüzhet sapında Fatih'in tuğrası bulunan bir mektup açacağı ile öldürülmüştü.

Biz de hem cinayet soruşturmasını takip ederken hem de Fatih dönemiyle ilgili detaylı bilgiler öğreniyoruz. Bilgileri Müştak ve (bana İlber Ortaylı'dan esintiler taşıdığını düşündüren) hocaların hocası Tahir Hakkı veriyor.

Fatih'in çocukluğunu, babası İkinci Murad'la gerilimli ilişkisini, 12 yaşında tahta çıkıp sonradan inmek zorunda kalmasının üzerindeki etkilerini okuyoruz. Fatih'in İstanbul'u fethetme arzusunun arkasındaki nedenleri, Sadrazam Çandarlı Halil Paşa ile satranca benzer büyük iktidar oyunu oynamasını görüyoruz. İkinci Murad ve Fatih'in ölümleriyle ilgili şüpheleri de öğreniyoruz.

Hatta İstanbul'un fethini neredeyse gün gün okuyoruz kitaptan. Bu açıdan özellikle tarih bilgisini artırmak isteyenler için faydalı bir kitap.

POLİSİYE FORMUNDA TARİH KİTABI

Fakat polisiye kurgusu son derece zayıf. Özellikle sonu beklenmedik hatta saçma bir şekilde bağlanıyor.

Müştak'ın kabusları ve ölmüş aile bireyleri ile hayali konuşmaları kitabın temposunu yavaşlatıyor. Bir kere olsa yine ilginç bir buluş olarak kabul edilebilir ama sürekli olunca roman tekrara düşüyor.

Kitabın adındaki 'Sultan' hem Fatih'i, hem de Müştak'ın Nüzhet'le ortak şarkılarından hareketle 'Nüzhet'i tanımlıyor.

Müştak; aslında Türk toplumunu sembolize eden bir karakter. Yaşadığı geçici hafıza kayıpları bizim toplum olarak yaşadığımız hafıza kayıplarını da anlatıyor. Kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi unutan bir toplum olduğumuzdan dem vuruyor Müştak.

' Geçici olduğundan pek emin değildim ama bir hafıza kaybımız olduğu muhakkaktı. Çünkü her gelen hükümdar, her gelen iktidar, tarihi kendi çıkarına göre yeniden yazdırıyordu. '

Tarih yazımı, tarihçiler arasındaki çekişmeler ve tarıhteki kutsallarla ilgili de ilginç tespitler var kitapta.

'Sultanı Öldürmek' ne yazık ki beni, bir polisiye roman olarak tatmin etmedi. Daha çok Fatih Sultan Mehmet ile ilgili bir kitap yazmak isteyip, onu daha okunur kılmak için polisiye formatına sokulmak istenmiş gibi geldi.

Kitaptaki tarihi bilgiler pek çok kişiye enteresan gelebilir. Fakat ben bunları daha önceden okuduğum için tarihi açıdan da çok etkileyici gelmedi. Bilgilerimi tazelemiş oldum.

Fetih konusunda Roger Crowley'nin '1453 Son Büyük Kuşatma' kitabı müthiş. Kesinlikle tavsiye ederim.

Ahmet Ümit'in kitabın sonuna yararlandığı eserleri eklemesi ise çok faydalı olmuş. Listeme okunacak kitaplar ekledim.

Sonuç olarak; 'Sultanı Öldürmek' bir Ahmet Ümitsever olarak ne yazık ki beni tatmin etmedi. Polisiyede en zor işin sonunu bağlamak olduğunu biliyorum ama ustalık da o, değil mi? Bir dahaki sefere vurucu bir son bekliyorum.

9 Nisan 2012 Pazartesi

SAL Sokağı Çocukları

Haftasonu parkta oturma rekorumu kırdım. Cumartesi çocukları bahçeye indirdim ve tam 8 saat parkta kaldık. Arada içilen çay-kahve ve yenen tostlar için sipariş vermek ve çocukların peşinden koşmak dışında hiç yerimden kalkmadım. Komşularla sohbet ettim, büyüyen çocukları izledim ve kitap okudum.



Yakından tanıdığım  Apo'nun yani Alpaslan Akkuş'un ilk romanı 'Kaderle Zar Atılmaz'ı bir oturuşta bitirdim. Apo, yatılı okuduğu Samsun Anadolu Lisesi'ndeki yıllarını yazmış. 11 yaşında boyunu aşan bavulla yatakhaneye bırakılan küçük erkek çocuklarının nasıl birbirlerine kenetlendiklerini, acıyı-tatlıyı paylaştıklarını ve büyüdüklerini anlatmış.

Gündüzlülerin ve kızların bilmedikleri ve anlayamayacakları bir dünyayı anlatmış. Paralel kurguyla ilerleyen kitapta hem 11 yaşındaki minik Apo'yu hem de 17 yaşındaki ağır abi Apo'yu izliyoruz. Arkadaşlıkları, yaramazlıkları, kız meseleleri ve dayanışmalarını görüyoruz. Gerçekten bu kadar çok dayak var mıydı bilmiyorum ama yatılı dünyasının kendine has kurallarını ve ilişkilerini öğreniyoruz. Hababam Sınıfı'nın neden bu kadar çok sevildiğini bir kere daha anlıyoruz. Çünkü o karakterler gerçekten var. Mahmut Hoca yaşıyor.


Apo SAL'ı, Samsun Anadolu Lisesi'ni anlatmış. Ben de o yıllarda BAL'da, Bursa Anadolu Lisesi'ndeydim. Anlatılanlar o kadar tanıdık, duygular o kadar samimi ki. Balolardaki heyecan, bahçede beraber tur atmanın güzelliği, doğumgünü partilerinde aradan adam geçecek mesafede edilen slow danslar...

Kitabı parkta okurken zaman zaman yüksek sesle güldüm. Sonunda ise hava kararmasına rağmen güneş gözlüğümü takmak zorunda kaldım. Çünkü ben ağlayınca hep gözlerim kızarır.

2 Nisan 2012 Pazartesi

Macera Romanı Tadında Tarih Kitabı; İmparatorların Denizi


Tarihi romanlarla başlayan tarih maceram tarih kitaplarıyla devam ediyor. Tarih kitaplarının pek çoğu akademik amaçlarla yazıldığı için okumak ve anlamak çok kolay değil. Popüler tarih kitapları ise kimi zaman içi boş ve taraflı olabiliyor. Hem zevkle okunacak hem de ciddi bilgi edindiğiniz kitapları okumak ise bir taşla iki kuş vurmak gibi. Hem iyi vakit geçiriyorsunuz hem de ufkunuz açılıyor.

Roger Crowley geçen yıl keşfettiğim ve kitaplarını okumaktan müthiş zevk aldığım bir tarih yazarı. 1951 doğumlu İngiliz yazar Cambridge mezunu. Çocukluğu asker olan babası nedeniyle Malta'da geçmiş. Yunanistan ve Türkiye'de yaşamış. Akdeniz kültür ve tarihine olan derin sevgisi onu bu bölgeler hakkında yazmaya itmiş. Kendisi ve kitapları hakkında bilgi için sitesine bakabilirsiniz.

Crowley'in en büyük özelliği hem Avrupa hem de Osmanlı tarih yazarlarını okuması, iki tarafın bakış açısına yer vermesi ve olaylara tarafsız yaklaşması. Osmanlı'ya duyduğu hayranlığın son derece büyük olduğunu söyleyebilirim.



Ben ilk olarak '1453-Son Büyük Kuşatma' isimli kitabını okumuştum. Adından da anlaşılabileceği gibi İstanbul'un Fatih tarafından fethini anlatan bir tarih kitabı. Bizans, Ceneviz, Venedik ve Osmanlı kaynaklarını kullanarak yazdığı kitapta sonu bilmenize rağmen heyecan hiç eksik olmuyor. Sonu gelmiş bir imparatorluğun, hırslı ve kendini ispat etmek isteyen Osmanlı sultanı karşısındaki mücadelesini gün be gün izliyorsunuz.



Fakat ben Crowley'nin 'İmparatorların Denizi: Akdeniz ' adlı kitabını çok daha fazla beğendim.Kitapta  16. yüzyılda ; yani 'Muhteşem Yüzyıl'da Akdeniz üzerindeki büyük mücadele anlatılıyor.

Kanuni'nin Rodos seferi ile açılıyor kitap. Ardından Tunus ve Cezayir'de korsanlarla Avrupalıların mücadelesine geçiliyor. İnsan ticaretinin yoğunluğu, savaşların şiddeti, hayatın acımasızlığı çarpıyor insanı. Oruç ve Barbaros Hayrettin Paşa'ların Avrupa'ya saldığı korkuyu iliklerinizde hissediyorsunuz.

Crowley hem Batı hem de Osmanlı kaynaklarını kullanmış. Nispeten tarafsız bir yaklaşım sergilemiş. İki tarafın da çok büyük şiddet uyguladığının altını çizmiş. Ben genel olarak Crowley'nin Osmanlı hayranı olduğunu düşünüyorum. Gerçekten de yönetim ve organizasyon gücüne, istihbarat ağına hayranlık duymamak mümkün değil.

'Hiç Bir Şey Malta Kuşatması Kadar Meşhur Değildir'

Beni en çok etkileyen Malta Kuşatması bölümü oldu. Gücünün doruğundaki Osmanlı muazzam ekonomik ve lojistik gücünü kullanarak Tapınak Şövalyeleri'nin son kalesi Malta'ya sefer düzenliyor.

30 bin Osmanlı askerine karşı adada 500'ü şövalye,  üç bini asker sadece altı bin kişi var. Avrupa, Malta elden giderse Osmanlı'nın önünde durulamayacağının farkında ama bir türlü birleşip yardım gönderemiyor.

Son derece kanlı ve kıran kırana geçen kuşatma sonunda Osmanlı başarısız olur. İki tarafta da kayıp büyüktür. Son dakikada Avrupa'dan yardım gelir ve Malta kurtulur.

Malta'nın kurtuluşu Avrupa'da ilk kez Osmanlı'nın başarısız olabileceği duygusunu yaratır.Başta St. Jean Şövalyeleri'nin başı La Valetta olmak üzere kuşatmaya dair pek çok şeyin etrafında adeta mitolojik bir efsane yaratılır. Malta'da Valletta isimli yeni bir şehir kurulur.

 Voltaire ' Hiç bir şey Malta kuşatması kadar meşhur değildir' derken Avrupa için bu kuşatmanın psikolojik önemini dile getirir.

Oysa süper tarih eğitimimiz sağolsun biz Milli Tarih tornasından geçmiş olanlar hiç bir şey bilmeyiz bu kuşatma hakkında.

Kitabın devamında Preveze, İnebahtı savaşları ve Kıbrıs-Girit adalarının alınması var. Her savaş, her kuşatma kendi başına bir macera gibi. Kahramanları, gerginlikleri, acıları ve anektodları ile her biri ayrı heyecan.

Her ırktan ve dinden kahramanları var bu kitabın. Kanuni, Şarlken, Felipe güç savaşı içindeyken Andrea Doria, Barbaros, Turgut Reis kendi mücadelelerinin peşinde.

Edebi bir figür de çıkar karşımıza; Osmanlı'ya esir düşüp, kürek mahkumu olan  Cervantes İnebahtı Savaşı'nda da elini kaybeder.

Sıradan insanlar kaçırılır, köle yapılır, kürek mahkumu olarak ömür tüketirler. Hristiyanlar Müslümanlığa  döner, Müslümanlar Hristiyanlığa döner. Güç mücadelesi, şiddet, kan hiç bitmez.

Tüm bu kahramanlar arasında ise ise hep yaşayan tektir. İmparatorların denizi; Akdeniz.

16. yüzyıl sonunda Amerika'nın keşfinin etkisiyle önemi giderek azalsa da Akdeniz hep oradadır. Üstünde batan gemilerin, kaybolan canların hayaletleri dolaşmaya devam etmektedir.


Tarihseverlere kesinlikle tavsiye edeceğim, çok zevkli bir kitap. April Yayıncılık'tan Cep Kitabı versiyonunu okudum.Cihat Taşçıoğlu'nun çevirisi de son derece başarılı.

Tek eksiği Akdeniz'i ve savaşları gösteren haritaların olmaması. Belki orjinal kitapta vardır ama cep versiyonunda bulunmuyor.