27 Mart 2012 Salı

Dekorasyon Maceram 2- Kavanoz Boyama Faciası

İki hafta önce yazdığım gibi kafayı dekorasyona takmış bulunuyorum. Mutfak ve banyo dolaplarını düzenlemek işin ilk adımıydı. Bir sonraki adım ise becerikli ev kadınlığımı ve yaratıcılığımı göstererek evime kendi imzamı atmaktı.

Banyo dolaplarının içindeki ıvır zıvırı her Türk evinde bulunan kavanozlara koyarak sakladığımı yazmıştım. Hiç de fena olmadı ama kapaktaki 'Billur Turşuları' ve ' 'Tat Konserve' yazıları beni rahatsız etti. Onları daha kişiselleştirmeliydim, banyomu daha şık hale getirmeliydim. İçime Martha Stewart kaçmıştı bir kere.

Cahil Cesaretiyle Kavanoz Boyama

Kavanozları ve kapaklarını boyamaya karar verdim. Her bir şeyi Google'a soran bana garip bir  kendine güven gelmişti. Hiç kimseye danışmaya gerek duymadan evin yanındaki kırtasiyeye gittim. Cam kavanoz boyayacağımı söyleyince kırtasiyeci bana bir şişe cam boyası, iki fırça ve bir şişe tiner sattı. Ayrıca bir  de kalın bant aldım. Çok yaratıcı ve becerikli bir kişi olduğum için düz boyama bana yetmeyecekti. Bantla boyanacak yerleri belirleyip, çizgili kavanozlar oluşturmak istiyordum.

10 TL vererek malzemelerimi aldım ve büyük bir heyecanla eve geldim. Plana çocukları da dahil ettim. Hayalimde hepimiz mutlulukla cam boyuyor, birbirinden yaratıcı ve özel kavanozlar yaratıyorduk.



Mutfak masasını çöp torbası ile kapladım ve çeteyi çağırdım. İlk işimiz kavanozu bantla sarmak ve boyanacak çizgileri belirlemek oldu. Hiç de düşündüğüm kadar kolay değildi. Özellikle de her şeyi kendileri yapmak isteyen iki çocukla yapmaya çalışınca. Kestiğim bant kısa geldi. Ucuna tekrar keserek eklediğim bölüm ise yamuk oldu. Her seferinde kimin makas kullanacağı hakkında da kavga çıktı.



Neyse, durum çok da fena değildi. Elimizde yarım yamalak da olsa bantla sarılmış bir kavanoz vardı. Sıra geldi boyamaya.

Ve asıl facia o zaman gerçekleşti. Kavanoz kapağı cam boyasını tutmadı. Boya bir türlü kapağı kapatmadı.

Ben de kavanoza geçtim. Bu defa fırça cam üzerinde çok fazla iz bıraktı. Fırça izleriyle dolu, kimi yeri çok koyu, kimi yeri akmış iğrenç bir kavanozum oldu.




Arada çocuklar fırçayı ellerine geçirip masayı boyamaya kalktılar.

10 dakika süren Martha Stewart maceram büyük bir hayalkırıklığı ile sona erdi. Cahil cesareti ile başladığım kavanoz boyama maceram ise benim için  bitmedi. İçine dekorasyon ve Do It Yourself virüsü girmiş bir kadını hiç bir şey yıldıramaz. Dandik bir turşu kavanozu hiç yıldıramaz.

26 Mart 2012 Pazartesi

Tarihi Roman Sevenlere; Boğaz Çocuğu

Ayağı alçıya aldırıp, yatağa çakılınca  kitap okumaya bol vaktim oldu. Havaların nefis olmasına rağmen evde kalmak beni üzse de işe pozitif yanından bakmakta fayda var.

Haftasonu kitabım, Caroline Bongrad'ın 'Boğaz Çocuğu' oldu. 17. yüzyılda İstanbul'da başlayan ve Amerika'ya kadar uzanan tarihi bir roman.

Kitabın kahramanı Antilogus  varlıklı bir Rum ailenin oğlu olarak doğar ama doğuştan sünnetli olması babası tarafından bir lanet olarak görülür ve terkedilir. Antilogus Yahudi bir çift tarafından evlat edinilir ve macera başlar.

Romanda başta Yahudilik olmak üzere dönemin adetleri, yemekleri, şarkıları üzerine pek çok bilgi edinmek mümkün. İstanbul, Balat, Galata tasvirleri son derece canlı. Tabii ki bu bir roman ve kurmaca ama Sabetay Sevi'den, Osmanlı padişahı  4.Mehmet'e pek çok gerçek karakter de karşımıza çıkıyor.
Belli ki yazar çok detaylı bir ön çalışma yapmış.Karagöz oynatıcılığından, tütün yetiştirmeye ve Kızılderili  adetlerine pek çok konuda eğlenceli bilgiler var.

Antilogus'un İstanbul'da başlayan hayatı nasıl Amerika'ya uzanıyor burada anlatarak işin heyecanını kaçırmayayım.

Tatil kitabı ya da sürükleyici bir tarihi roman arayışındaysanız ' Boğaz Çocuğu' son derece uygun. Can Yayınları'ndan  çıktığı için çevirisi de temiz.

Tarih meraklılarına tavsiye ederim.






23 Mart 2012 Cuma

Evren beni anladı ama yanlış anladı...

Uzun zamandır hiç bir şey yapmadan, tavana bakarak bir kaç gün geçirmenin hayalini kuruyordum. Yataktan çıkmadan, tamamen dinlenmek istiyordum.

Dileğim oldu. Şu anda ayağım alçıda, yürümek acı veriyor ve yatakta uzanıp tavana bakmaktan başka bir şey yapamıyorum.

Perşembe akşamı kaldırımda, gayet düz ayakkabılarımla yürürken nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde bileğimi burktum ve bağları koparttım.

En az 2-3 hafta alçıda kalacak ayağım ve baharın en güzel günlerini oturarak geçireceğim. Bursa seyahati ve haftasonu planları suya düştü.

Hayatımın saniyede değişebileceğini, sağlığın önemini ve bir şey dilerken son derece dikkatli olmamız gerektiğini bir daha anladım. Evren sesimizi duyuyor ama neresiyle duyduğu biraz karışık.

18 Mart 2012 Pazar

İstanbul Turist Olunca Güzel

Çalıştığım şirketin süper bir insan kaynakları uygulaması var; Doğumgününde bir günlük ekstra izin veriyorlar. Tam doğumgününüzde kullanmanız gerekli değil, üç ay içinde istediğiniz bir zaman kullanabilirsiniz.

Geçen seneki iznimi İstanbul'da turist olarak şu şekilde kullanmış ve çok iyi vakit geçirmiştim. O nedenle bu sene için de bir planlama yaptım ve yine İstanbul'da bir günlüğüne turist oldum.

İlk durak; Kariye Müzesi

Cuma sabahı hava nefisti. Allah için çok sert bir kışın ardından güneşi görmek iyi geldi. Sabah evde kahvaltının ardından Kadıköy'den vapurla Eminönü'ye geçtik. Eminönü'den de otobüsle Balat'a gittik. Balat'tan yokuş yukarı çıkarken hem güzel Balat sokaklarını gördük hem de nefesimiz açıldı. Sokaklar enteresan gerçekten, evler ve süren yaşam günümüzden farklı bir çağda gibi.



Hedefimiz Kariye Müzesi idi. Kariye Müzesi, Ayasofya'dan sonra İstanbul'daki en ilginç Bizans Kilisesi olarak tanımlanıyor. Binayı ilginç kılan mimarisi değil, içindeki mozaik ve freskler. İstanbul'un fethinden sonra camiye çevrilen kilisede mozaik ve fresklerin üstünün alçıyla kapatılmış olması fresklerin günümüze kadar gelmesini sağlamış. Kariye isminin ' kırda ' anlamına gelen Khora'dan geldiği düşünülüyor. Yapıldığı dönemde sur dışında, kırsal bölgede kaldığı için bu isim verilmiş.

1077'de yapıldığı tahmin edilen bugünkü kilisenin içindeki fresk ve mozaikler 1315-1321 döneminden kalma. Mozaikler kilisenin bütün tavanlarını kaplıyor. Hem Hristiyanlık tarihine hem de Bizans'a dair pekçok tasvir var. En büyük özellikleri ise işçiliğin inanılmaz inceliği ve mozaiklerin canlılığı. İsa'nın yüzündeki farklı tonlar,yanaklarının pembeliği, kıyafetlerin kıvrımları çok etkileyici.





Mozaikler 'dünyadaki en ilginç Bizans resimleri serisi' olarak kabul ediliyor ve Rönesans'ın şafağı olarak nitelendiriliyor.




Benim için hoş bir şey de geçen sene okuduğum Moğolların Meryem'i romanının kahramanının mozaiğini görmekti. Üstteki mozaikte genç kadın İsa'ya bağlılığını bildiriyor.

Hristiyanlık tarihine ve hikayelerine hakim olmadığım için resimlerin manalarını çok kavrayamadım ama sanatsal olarak zevkine varmak için çok da anlamak gerekmiyor zaten.

Kilisenin duvarlarını kaplayan mermerler de nefis. Doğal mermer desenlerini birbirine uydurarak desenler oluşturulmuş.

Kilise tam anlamıyla sabrın, el işçiliğinin ve sanatın doruğu.

Kilisenin çevresi Turing tarafından düzenlenmiş. Sandalyeleri plastik olsa da çayı güzel olan bir çay bahçesinde oturup, manzaranın tadını çıkartabiliyorsunuz. Kariye Oteli ve Osmanlı dönem yemekleri sunan Asitane Restoran da hemen müzenin yanında.

Ben müzeye girerken 20 TL'ye Müzekart aldım. Sadece Kariye Müzesi'nin girişinin 15 TL olduğunu düşününce pek çok müzede geçerli yıllık kart çok mantıklı geldi. Şimdi amacım kartın hakkını vermek:)

İkinci durak; Kapalıçarşı

Müzeden sonra otobüsle, tramvaya binmek için Çapa'ya geldik. Tramvaydan Beyazıt'ta inip,Kapalıçarşı'ya girdik. Kapalıçarşı renkleri, kokuları, sesleri ile beni büyüleyen bir yer. Esnafın kendi arasındaki ilişkisi, usta-çırak ritüelleri, birbirlerine güvenleri beni şaşırtıyor. Çok uzun olmasa da sokaklarında gezmek, kaybolmak,renklere boğulmak bana iyi geliyor.

Lezzet durağı; Nar Gourmet

Öğle yemeği için tercihimiz ise Nuruosmaniye'de Armaggan'ın üst katındaki Nar Gourmet Restaurant oldu. Armaggan Anadolu ve Osmanlı sanatından stilize mücevher, tekstil ürünü ve dekorasyon objesi  satan çok katlı bir mağaza. Ürünler nefis fakat ultra pahalı. Yabancı ve zevkli zengin turistler içinse bir cennet.

En üstteki Nar Gourmet bu topraklardan gelen yemeklerin en güzellerini eski usullerle pişiriyor ve yaşatıyor. Masaya hemen acur ve pancar turşusu geliyor. Ben çeşit çeşit ot ve zeytinyağlı yedim. Bakla ve enginar sezonumu da açtım. Servis on numara. Fiyatlar da, özellikle içki içmezseniz son derece makul.

Hem mağazadan hem lokantadan çok gurur duydum. Yabancı bir misafiriniz ağırlamak için çok şık bir mekan.

Ayrıca Nar ürünlerini internetten de almak mümkün.

Sanat durağı; Van Gogh Experience

Yemeği yakmak için Nuruosmaniye'dan Sirkeci'ye yürüdüm ve tramvayla Karaköy'e geçtim. Günün son durağı Antrepo'daki Van Gogh sergisi idi.


Burada Müze Kart geçmediği için 15 TL verip, biletimi aldım.

Bu işe aslında sergi dememek lazım. İngilizcesinde dedikleri gibi 'experience-deneyim' tanımlamak için daha doğru olur. Müzik, Van Gogh'un mektuplarından bölümlerle beraber Van Gogh eserlerini bütünlüyor ve ziyaretçiyi Van Gogh'un dünyasına sokuyor.



Süreki devam eden bir gösteri gibi. Anlamak için baştan sona izlemek lazım ve en önemlisi gitmeden biraz çalışmak gerek.

Özellikle tek bir resmi parçalara böldükleri bölümler bana etkileyici geldi.

Bir de cuma öğleden sonra olmasına rağmen son derece kalabalıktı. İlgi sevindirici. Haftasonu çok kalabalık olacağı için mümkünse haftaiçi gidin.

Günün özeti:

  • Rehber olarak John Freely'nin 'İstanbul'u Dolaşırken'ini kullandım. Nefis.
  • Turist olacaksanız toplu taşıma kullanın. Hiç trafik yaşamadım. Çok ucuza gezdim.
  • İstanbul'da turist olmak çok zevkli. Gene gelecek ben:)

15 Mart 2012 Perşembe

Dekorasyon Maceram-1

Dekorasyona merak sarmamla beraber anında harekete geçtim. İlk olarak evdeki çarşaf ve havlu dolaplarını düzenledim.



Bu konudaki en büyük dertlerimden biri çarşaf ve havluların ayrı ayrı yerlerde durması. Tümünü içine alabilecek bir dolabım yok. Martha Stewart'ın sitesinde çok şık, renklerine göre düzenlenmiş 'laundry closet'ler görüp, kıskanmakla geçiyor ömrüm.

Neyse, ben işe tüm çarşafları ortaya çıkararak başladım. Bu arada bu işleri 3,5 yaşındaki Zeynep'le birlikte yaptığımı özellikle belirtmek isterim. Ona çok eğlenceli geldi tabii bu durum. Çarşafların içinde yuvarlanmak ve kılıfları kendince çiftlemekle bayağı eğlendi. Ben onun kadar eğlenmedim tabii ama o kadar olur.

Çarşaflardan lekeli ya da lastikleri gevşemiş olanları ayırdım. Nevresim takımlarını biraraya getirdim. 9 senelik evlilik ve iki çocuktan sonra takımların ağzı burnu kaymış ve birbirlerinden ayrı düşmüşler.

Eskileri yer bezi olarak ayırınca çekmecelerde bayağı yer açıldı. Herkesin takımını kendi odasındaki dolaplara, içlerine beyaz sabun koyarak yerleştirdim . Çarşaf olarak 'fitted' tabir edilen kenarı lastikli çarşafları tercih ediyorum. Takması çok pratik ve ütü gerektirmiyor.

Aynı şekilde havlulardan da eskiyenleri, havı gitmiş olanları ayırdım. Pek rahatladı havlu dolabım.

Türk tipi dekorasyon: Konserve kavanozuyla banyo düzenleme

Banyodaki ıvır-zıvır dolabını da düzenledim. Bir yerde banyodaki eşyaları kavanoz ya da şeffaf kutulara koyma fikrini görmüştüm. Her Türk kadını gibi konserve kavanozlarını biriktirdiğim için Tat kavanozlarımın içine traş bıçaklarını ve banyo ıvır-zıvırlarını koyup, dolaba kaldırdım. Cool dekorasyon sitelerindeki gibi olmadı ama yavaş yavaş olur diye düşünüyorum. Şimdiki amacım çocuklara kavanoz kapaklarını ve kavanozların üstünü boyatmak.

Bu arada çekmecelerde çocuklardan ara ara vermek üzere sakladığım ve orada olduklarını unuttuğum balonları da bulmak hoş oldu.

Bir de bir yerlerden başlamak bile bana iyi geldi. Çok güzel olmasa, dergilerdekine benzemese, çocuklar özenle yerleştirdiğim dolapları hemen dağıtsa bile evle uğraşmak, en azından değişik şeyler denemek  güzel.

Bu maceradan öğrendiklerim:

  1. Düzenli olarak evdeki dolapları gözden geçirin.
  2. Eski ve kullanılmayan eşyaları atın, verin, elden çıkarın.
  3. Fazlalıklar hem dolaplarda yer tutar hem de hayatınızda.

Mısır Ekmeği Tarifi



Farklı ekmekler denemeyi seviyorum ama maya konusunda çok başarılı olduğumu söyleyemeyeceğim. Ekmek mayalamak sabır, tecrübe ve iyi malzeme gerektiren bir iş. İleride bu konuya eğilmeyi ve gerçekten güzel ekmek yapmayı çok istiyorum ama şu andaki tempomda yapabildiğim sadece 'Karıştır ve pişir' ekmekler.

Mısır ekmeği de maya gerektirmediği ve tutturması kolay olduğu için favori ekmeklerimden biri. Sabah kahvaltısı için de,  misafirlere ikram için de nefis.

Mısır ekmeğinde kilit faktör tabii ki mısır unu. Mümkün olduğu kadar iri taneli, kaba öğütülmüş mısır unu bulmaya çalışın. Ben daha bulamadım, marketten aldığımı kullanıyorum. İnce unla bile bu kadar güzel oluyorken, doğal mısır unuyla müthiş oluyordur diye düşünüyorum.



Tarifi Candan Turhan'ın 'Dumanı Üstünde- Doyurucu Çorbalar Kolay Ekmekler'  kitabından aldım. Benim sevdiğim ve faydalandığım bir kitap. Tavsiye ederim.


Malzemeler:

1 su bardağı mısır unu
1 su bardağı buğday unu
1 paket kabartma tozu
2 yumurta
1 su bardağı sulandırılmış yoğurt
2 kaşık zeytinyağı
Tuz
Bir tutam şeker

Arzunuza bağlı  :

Dereotu
Beyaz peynir
Tane kimyon
Biberiye
Sarımsak tozu

Yapılışı

Fırınınızı 180 dereceye getirin. Her fırının ısısı farklı olduğu için kek pişirirken iyi sonuç aldığınız ısıya getirmeniz yeterli.

Mısır unu, buğday unu ve kabartma tozunu büyük bir kapta karıştırın. Oda ısısındaki yumurta, zeytinyağı ve sulu yoğurtu içine katıp tekrar karıştırın. Ben bardağın dörtte üçüne kadar yoğurt koyup, üstüne su ekleyerek koyu kıvamlı sulu yoğurt yapıyorum.

Bir tutam şeker ve ağız tadınıza göre tuz ekleyin. Hamurun kıvamı kek hamurundan biraz daha yoğun olmalı. Çok katıysa biraz sütle açabilirsiniz.

Şimdi sıra en eğlenceli bölüme geldi. Ekmeğimizi baharatlarla tatlandıracağız. Yarım demet dereotunu ince doğrayarak koyabilirsiniz. Dereotlu mısır ekmeğine beyaz peynir de çok yakışacaktır.

İkinci bir alternatif de tane kimyon, biberiye ve sarımsak tozu eklemek. Hatta isterseniz pul biber bile ekleyebilirsiniz.

Hamurunuzu yağlanmış ya da daha garantili olarak yağlı kağıt döşenmiş pişirme kabınıza dökün. Ben en iyi sonucu ekmek somunu biçimindeki dikdörtgen kalıptan alıyorum.

Yaklaşık 30 dakika sonra ekmeğiniz hazır. İçine bıçak batırınca temiz çıktığından  ve üstünün iyice kızarmış olduğundan emin olun. Fırını kapattıktan sonra bir süre daha sıcak fırında tutarsanız içi iyice pişmiş olur.


13 Mart 2012 Salı

Kafayı Dekorasyona Taktım

Dekorasyon konusundan hiç anlamıyorum. Perde seçmeye gidince resmen paralize oluyorum. Hangi renk, hangi renkle gider, döşemelik kumaş nasıl seçilmeli bir türlü karar veremiyorum. Zevkli insanlara, alakasız mobilyaları biraraya getirip yepyeni kombinasyonlar yaratanlara çok özeniyorum. Ama yapamıyorum, bilemiyorum, karar veremiyorum. İşin kötüsü; mağaza gezerken çok sıkılıyorum.

 Ama evin dekorasyonuna ciddi bir şekilde el atmanın zamanı geldi. Ev şu anda çocuklara göre şekillenmiş durumda. Ortada hiç bir sehpa ya da obje yok. Koltuklar duvarlara dayanmış ve orta alan bisikletle gezmeye ya da top oynamaya uygun hale getirilmiş durumda. Kanapelerin üzeri farklı lekelerle dolu.

Fakat ben bu durumdan çok sıkıldım ve evde genel bir düzenlemeye gitmek istiyorum. Bir yerlerden başlamak için dekorasyon dergileri bakar ve tanıdıklara fikir sorarken hayatımın kitabı karşıma çıktı: 'The Perfectly Imperfect Home'

Kitap adından da anlaşılacağı üzere bir evin mükemmel gözükmek zorunda olmadığı fikrine dayanıyor. Önemli olan evin sizin ihiyaçlarınıza göre döşenmesi ve sizi yansıtması. Çok basit ve adım adım bir anlatımı var.

Aydınlatma nasıl olmalı, okuma ışığı ile yemek masası ışığının farkları, evin girişi nasıl düzenlenmeli gibi son derece kilit sorulara mantıklı ve uygulanabilir cevaplar veriyor.


Kitapta dekoratörlerle ilgili anlatılan bir anektod da çok hoşuma gitti. 'Bütün dekoratörler dekorasyonunu yaptıkları evlerin sahiplerinin tüm ihtiyaçlarını anladıklarını ve evi bu ihtiyaçlara göre döşediklerin söylerler. Bu doğru değildir' diyor yazar. Bu arada yazar Wall Street Journal'ın life-style dergisi Domino'nun kurucu editörü. Dili  son derece eğlenceli ve komik.


Ama kitabın en, en, en güzel yanı illüstrasyonları. Kitapta fotoğraflar değil, suluboya resimler kullanılmış. O kadar tatlı, insana yaşama sevinci veren, hayatın içinden resimler ki bunlar sürekli onlara bakmak istiyorsunuz.

Şu ana kadar öğrendiğim en önemli kurallar ise şunlar:

1) Tepe aydınlatmasından kaçının. Lokal aydınlatma kullanın.
2) Evinize aşık olmadığınız hiç bir eşyayı almayın.
3) Salonunuzda bölümler olusturun. Oturma, yemek, okuma, eşya sergileme gibi.
4) Eviniz sizi ve ailenizi anlatsın.

Dekorasyon maceram başlıyor....

5 Mart 2012 Pazartesi

Le Carre'dan Kara Para Aklama Metotları



John Le Carre yaşayan en büyük casus yazarı. Kendisi de İngiliz İstihbaratı'nda çalışmış bir casus olan Carre soğuk savaş dönemini ve istihbarat savaşlarını en iyi anlatan yazarlardan biri. Çok romanı var. Benim okuduklarım arasında en iyisi, onu meşhur eden müthiş eseri ' The Spy Who Came in From the Cold'

Carre'ın casusları James Bond   ya da Amerikan filmlerinde gördüğümüz kaslı, bol dövüşen, aksiyon meraklısı casuslardan değil. İkili oynuyorlar, iç dünyaları karışık, özel hayatları belirsiz. Olaylar yavaş akıyor kitaplarda, gerilim alttan alta ilerliyor ve düğüm sıkılaşıyor.


Carre soğuk savaş dönemini iyi anlattı, çok meşhur oldu. Duvar yıkılıp, Sovyetler çökünce bir devrin sonu geldi. Soğuk savaşın bu en ünlü yazarının da sonunun geldiğini düşünenler ise çok yanıldı. Uluslararası suçlar, millet tanımayan suçlular yaşamaya devam ediyordu. Carre ise bu yeni suçluları yazmaya ve şekil değiştiren istihbarat örgütlerini yansıtmaya devam etti.



Bir bölümü Türkiye'de geçen 'Single and Single', filme de çekilen ' The Constant Gardener' bu yeni dönemi yansıtıyor. Rusya'dan Avrupa'ya kan sevkiyatı, Afrika'da halk üzerinde denenen ilaçlar, kara para aklayan mafya Carre'ın yeni konuları.


Yazarın son kitabı 'Our Kind of Traitor' da Rus mafyasını ve Rus mafyasının kara para aklamasını konu alıyor. Antigua'ya tatile giden Oxford Profesörü Perry ve güzel kız arkadaşı avukat Gail bir tenis maçı vesilesiyle Rus Dima ve ailesiyle tanışırlar. Oynanan maç geri dönülmez bir yolun başlangıcıdır. Rus mafyasının kara para aklama ustası Dima İngiliz istihbaratına ulaşmak ve sırlarını verme karşılığında ailesiyle iltica etmek ister.


Kitap aksiyon ve hareket seven okurlara göre değil. Gerilim alttan ve ustaca ilerliyor. Dima'nın aile bireylerinin yaşadıkları, İngiliz casuslarının karakterleri Carre'a yakışacak şekilde  işlenmiş.

Fakat başta iyi başlayan kitap sonra tempoyu düşürüyor. Sonu baştan kestirebiliyorsunuz. Carre'dan çok daha iyisini beklerken benim için orta seviyede kaldı. Ben İngilizce okudum ve aralarda sözlüğe bakma ihtiyacı hissettim. Dili çok kolay değil. Belki o nedenle de tam tadına varamamış olabilirim.

Bu arada kitapta Türkiye'den de sık sık bahsediliyor. Dima'nın anlattığı kara para aklama yöntemleri arasında Türkiye'nin güney sahillerinden arazi ve otel almak da var.