29 Kasım 2010 Pazartesi

Ermeni Meselesini Anlamak için Kitap Önerileri

Ermeni meselesi hakkında bilgi sahibi olmak isterseniz size bir kaç önerim olacak.


Tabii ki bu konuyla ilgili kitaplar bunlarla kısıtlı değil, ben sadece şimdiye kadar bu konuyla ilgili kendi okuduğum kitapların hakkındaki fikirlerimi yazdım.

Başlamak için iki kitap önerim var. Devamı az sonra...


 Anneannem-Fethiye Çetin: Ermeni meselesiyle ilgili tek bir kitap okuyacaksanız bu kitabı okuyun. Müslüman bildiği anneannesinin aslında tehcirden kurtulan bir Ermeni olduğunu öğrenen Fethiye Çetin anneannesinin hikayesini yazmış. Tek bir kişinin hikayesinden yola çıkarak bütün meseleyi anlayabilirsiniz. Ağlayacağınız kesin, isyan etmeniz vicdanınınıza kalmış.



Torunlar-Fethiye Çetin: Fethiye Çetin kendi hikayesinden sonra kendi gibi olan başka ‘torunlar’ bulmuş. Ayşe Gül Altınay ile beraber hazırladıkları kitapta tehcir sırasında Müslüman olarak hayatta kalan Ermenilerin hikayelerini torunları anlatıyor. ‘Anneannem’i pekiştirmek için okuyabilirsiniz.


24 Kasım 2010 Çarşamba

Hrant Dink; Unutma, Unutturma


Bayramda Tuba Çandar’ın yazdığı Hrant Dink biyografisi ‘Hrant’ı okudum. 700 sayfalık, çok hacimli, çok iç acıtan bir kitap. Sonunun kötü biteceğini bildiğiniz bir masalı okumak gibi bu kitabı okumak. Sonunu öğrenmemek için elinizden bırakmak istiyorsunuz ama bırakamıyorsunuz.

Tuba Çandar çok zor bir iş başarmış. İki sene boyunca yüzü aşkın kişiyle görüşüp Hrant Dink’i onların sesinden anlatmış. Klasik bir şekilde hayat hikayesi yazmamış, Hrant Dink’i en yakınlarının gözünden anlatmış. Bu sayede farklı bakış açılarından, farklı Hrant portreleri görebiliyoruz.

KHENT HRANT: DELİFİŞEK BİR ADAM

Kitap Khent ve Baron olarak iki parçadan oluşuyor. Khent (Delifişek) Hrant çocukluk, gençlik dönemlerini anlatıyor. İnanılmaz bir hayat hikayesi gerçekten. Ermeni olmak, yoksul olmak, yetimhanede büyümek, kardeşleri başta tüm çocuklara sahip çıkmak genç Hrant’ı şekillendiriyor.

Solculuk ve işkence yılları, askerde Ermeni olduğu için çavuş olamamanın acısı Hrant’ı olgunlaştırıyor. Ve Rakel’e aşkı. Kendini Kürt sanarak dağda büyümüş 9 yaşındaki Rakel’le yetimhanede karşılaşıyor ve bir daha hiç ayrılmıyorlar.

BARON HRANT: UFUK AÇAN BİR USTA


Agos’u kurmasıyla beraber Dink’in ‘Baron’ yani ‘’Usta yılları başlıyor. Türkiyeli bir Ermeni aydın olark Türkiye’nin Ermeni meselesine yeni bir bakış getiriyor. Meselenin ‘1915’te yaşanan soykırım mıydı değil miydi ?’ tartışmasına takılıp kalmaktan öteye gitmesini istiyor.

Türkiye’nin demokratikleşmesinin soykırımın kabulünden daha önemli olduğunu söylüyor. Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin soykırım meselesine takılmadan başlamasını istiyor. Tarafların birbirini öcü gibi görmeden diyalog kurmaları için çalışıyor. Bu talepleriyle hem Türk kamuoyunun bir bölümünü hem de diasporayı karşısına alıyor. Düşmanın varlığı ile kendilerini var edenler barışçı seçenekleri duymak istemiyor.

Ve Dink için çember yavaş yavaş daralıyor. Ünlü ‘zehirli Türk Kanı’ yazısı nedeniyle kendisine Türklüğü aşağılamaktan dava açılıyor. Bilirkişinin lehindeki raporuna rağmen mahkum oluyor Dink. Onunla benzer suçlamalardan yargılananlar beraat ederken, o hapis cezası alıyor.

Çok zor bir dönem onun için. Sabiha Gökçen haberi yüzünden de üzerine giden medya gemi azıya alıyor. Köşe yazıları onu neredeyse hedef gösteriyor. İstanbul Valiliği’ne çağrıldığında üstü kapalı tehdit ediliyor. Tedirginliği giderek artıp ‘bir güvercinin tedirginliğine’ dönüşüyor. Ve sonunda neredeyse göstere göstere gelen meşum son gerçekleşiyor.

HRANT DİNK: UNUTMA, UNUTTURMA

Bu kitap sadece Ermeni meselesini değil, Türkiye’yi anlamak isteyen herkesin okuması gereken bir kitap. Tuba Çandar Dink’ten yola çıkarak bir dönemin hikayesini anlatmış aslında. Güçlü yanlarının dışında Dink’in zayıflıklarını da anlatmış. Ben içim acıyarak, hem Dink hem de Türkiye için çok üzülerek okudum. Sizin de okumanızı isterim.

23 Kasım 2010 Salı

Kuzeynep'ten haberler 1

İnsanın iki çocuğu olunca cinsiyetler ve çocuklar arasındaki farkı gerçekten daha net görebiliyor.

2 yaşındaki kızım Zeynep tam kadın içgüdülerine sahip. Benim naylon çoraplarımı giymek ve topuklu ayakkabılarla dolaşmak istiyor. Ayrıca söyleyebildiği 5. kelime 'Ayakkabı' oldu. Ayakkabı ve çanta görünce çikolata görmüş kadar heyecanlanıyor.

Evet,şu anda Türkçesi 'Anne, baba, babaanne, abi ve ayakkabı' ile kısıtlı. Bu kadarı da yeterli aslında çünkü her istediğini yaptırıyor.

Kuzey ise tam cool erkek. Beli sıkmadığı sürece ne istersen onu giyiyor. Oysa Zeynep şimdiden kıyafetlerini seçiyor.

Son olarak çocukların naifliğine dair bir hikaye. Yerebatan Sarnıcı'nda Kuzey suya dilek parası attı. Ne dilediğini sordum. 'Sticker' dedi.

22 Kasım 2010 Pazartesi

Ermeni Meselesine Kişisel Bir Giriş

Ermeni meselesiyle ilk tanışmam 17 yaşında oldu. AFS öğrencisi olarak lise son sınıfı okumak için ABD’ye gidecektim. Yolculuktan önce tüm yeni AFS'lilere oryantasyon yapıldı. Amerikan hayatı nasıldır, yeni ailemize nasıl uyum sağlarız konularında oyunlarla eğitim aldık.

Kampın son günü ise ABD’de karşılaşabileceğimiz sorulara gelmişti sıra. İşte o zaman eğitmenlerden biri ‘Size en çok sorulacak konulardan biri de sözde Ermeni soykırımı’ dedi. 17 yaşındaydım, iyi bir okulda okuyan, kitap okuyan biriydim. Ama bu meseleyle ilgili hiç bir şey bilmiyordum. Şimdiye kadar bana öğretilen böyle bir şey olmadığıydı.

Oryantasyondakiler haklıydı. Amerika’da bu konu karşıma çıktı. Kaldığım ailenin kızının erkek arkadaşı benim Türk olduğumu öğrenince büyükbabasının 1915’te Anadolu’dan geldiğini söyledi. Ben de saf ve memleketlisini bulmaktan mutlu bir genç olarak ‘Nereden gelmiş?Nasıl gelmiş?’ gibi sorular sordum. O ise sadece gülümsedi ve ‘Detayları bilmiyorum’ dedi.

Ben ancak yıllar sonra anladım, onun dedesinin tehcir nedeniyle Anadolu’dan ayrıldığını. Çünkü bilmiyordum, bu konu kitaplarda yoktu. Hakkında konuşulmuyordu. Öyle bir dönem resmi tarihte yaşanmamıştı. 80 kuşağı olup, resmi tarihe göre şekillenen ben de okulda ne öğrendiysem onu doğru diye kabullenmiştim. Tüm yaşıtlarım gibi.

Ama sonra her şeyin resmi tarihteki gibi olmadığını öğrenmeye başladım. Ve sarsıldım. Bu topraklarda neler yaşandığı benden, bizden, herkesten saklanmıştı.

Sonra öğrenmeye çalıştım.Öğrendiğim kitaplar ve özellikle çok etkilendiğim  'Hrant ' çok yakında burada.

12 Kasım 2010 Cuma

Bayram için Kitap Önerileri



Bir haftalık bayram tatili kitap okumak için nefis bir fırsat. İlgi alanlarına göre önerilerim var.

Eğlenceli kitap okumak isteyen kadınlar için: Sophie Kinsella'nın Alışverişkolik dizisi.

Kinsella  Türkçesi 'Hoş ve boş kız kitabı' olan chic-lit türünün  en ünlü yazarlarından biri. Bu tür Bridget Jones kitaplarıyla başlamıştı hatırlarsınız.  Alışverişkolik dizisi her kadının  kendine benzer yönler bulacağı, komik, sabun köpüğü bir kitap. Ben İngilizcesini okudum. Türkçe versiyondaki çeviriye kefil olmam.


 

Tarih meraklıları için: İpek Çalışlar'dan Halide Edib.

 İpek Çalışlar ilk olarak Latife Hanım'ın biyografisiyle çok konuşulmuştu. Geçen sene çıkan Halide Edib Adıvar biyografisi ise nedense aynı etkiyi yaratmadı, kamuoyunda çok konuşulmadı. Bence bu biyografi çok başarılı. Bir kere Halide Edip çok boyutlu bir kadın. Aktivist, her dönem mualif, dünya çapında bir entellektüel ve maceracı. Çalışlar titiz çalışmış, rahat okunan ve bir dönemi anlatan br kitap çıkarmış. Halide Edip tek bir kitaba sığmayacak kadar zengin bir karakter. Tadı damağınızda kalıyor.

 
Çok zamanım yok ama okumak istiyorum diyenler için: Tolstoy'dan Savaş ve Barış-NTV Çizgi-roman versiyonu

Kabul etmek lazım; artık kimsenin klasikleri okumak için zamanı yok. Ama bir taraftan da klasikleri bilmek lazım. İşte çizgi-romanlar burada süper bir çözüm  sunuyor. Tabii ki romanı okumakla aynı şey değil ama en azından bir ortamda bahsi geçtiğinde fikriniz olur.

 Herkese iyi tatiller!

11 Kasım 2010 Perşembe

Abdülhak Hamid; İlk Akış Erkeği *

Can Dündar'ın son kitabı Lüsyen'i okudum.Dündar, Şair-i Azam Abdülhak Hamid ile son eşi Lüsyen Hanım'ın çok maceralı, zamanında büyük yankılar uyandırmış ilişkilerini yazmış.

Lüsyen Hanım henüz 18 yaşındayken, 60 yaşındaki Abdülhak Hamid ile tanışır. Aralarında büyük aşk başlar. Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü, Balkan ve Dünya Savaşları fonunda fırtınalı bir ilişki ve evlilik yaşarlar.Aralarındaki büyük aşka rağmen Hamid Lüsyen'in başka bir erkekle evlenmesine izin verir, hatta kendi elleriyle evlendirir, evlerinde misafir olur.  Kitapta Atatürk'ten, Halife Abdülmecid'e, Damat Ferit'ten Nazım Hikmet'e onlara tarihi sima görüyoruz.

Sürükleyici ama roman tadı eksik

Son derece sürükleyici bir kitap. Fakat bence bu bir roman değil çünkü bir türlü karakterlerin içine tam olarak giremiyoruz, neyi neden yaptıklarını bilemiyoruz. Bir ilişkinin belgeselini okuyoruz diyebiliriz. Zaten Dündar da aslen belgeselci mantığı ve gerçeğe bağlı kalma kaygısıyla hareket edip 'romantik belgesel'  yazdığını söylemiş. Çok da iyi bir iş çıkartmış. Günümüzde  çok fazla kimsenin Abdülhak Hamid'in ne kadar önemli bir şair olduğunu bildiğini sanmıyorum. En azından ben bu kadar etkili biri olduğunu bilmiyordum. Dündar sayesinde tarihte ne kadar enteresan karakterler olduğunu ve onları acımasızca unuttuğumuzu bir kez daha hatırlamış olduk.

Atatürk'ün kitaplarını altını çizerek okuduğu, Halife Abdülmecid'in yağlıboya tablosunu yaptığı şairin cenazesi de çok büyük bir kalabalık tarafından kaldırılmış. Dündar, geçmişte adeta pop-star muamelesi gören ama günümüzde unutulan bu ismi günümüze magazinel aşk hikayesiyle taşımış.

Lüsyen hayatını bencil bir erkek için harcamış

Bu arada 80 kuşağı olarak Hamid'i sadece edebiyat kitabından tanıyordum ve doğal olarak herhangi bir edebi hayranlığım yok. Kitapta tanıdığım kişiden ise hiç hoşlanmadım. Sürekli genç kadın peşinde koşan, adeta genç kadınlardan beslenen, çok içen, içince sapıtan, her devrin adamı olan, sürekli para isteyen, çocuklarıyla ilgilenmemiş bir erkek Hamid. Dış görünüşte modern ve batılı ama içinde şarklı ve kıskanç bir erkek. Fakat Lüsyen'e mektuplarını okuyunca ondaki şeytan tüyünü anlıyorsunuz. Hiç bir kadın Hamid'in
ilan-ı aşkına, iltifatlarına kayıtsız kalamaz.

Belçikalı genç Lüsyen de kalmamış zaten. Hayatını Hamid'e adamış, deyim yerindeyse heba etmiş. Harcanan hayatın sonu Hamid'in gösterişli mezarının yakınında mezar taşşız bir şekilde gömülmek olmuş.

Bayram tatilinde okumak için ideal bir kitap.

*Akış erkeği: Günümüzde sık rastlanan, genç kadınların enerjisinden beslenen, çok içen, söyledikleri ile yaptıklrı birbirini tutmayan, sadakatsiz, orta yaşlı erkek türü. Genelde her kadın hayatının bir döneminde bir akış erkeğine raslar.Önemli olan ne kadar az hasarla ve ne kadar çabuk kendinizi kurtarabildiğinizdir.

3 Kasım 2010 Çarşamba

Wired Editörü'nün Gelecek Vizyonu


Geçtiğimiz hafta Doğuş Medya Grubu'nun düzenlediği Yeni Medya Düzeni konferansının konuklarından biri ünlü teknoloji dergisi  Wired'ın editörü Chris Anderson'dı. Wired dünyada  I-pad versiyonu çıkartan ilk dergilerden biri oldu ve  yaratıcı uygulamalarla büyük beğeni kazandı.

Anderson'un konuşması dijital yayıncılıkla ilgilenenler için ufuk açıcıydı. Bir devrim kapıda ve bence gelecek çok güzel olacak. Gelemeyenler ve basında okumayanlar için Anderson'un konuşmasından önemli noktaları buraya yazmak istedim.


  •   Tabletler kısa zamanda dizüstü bilgisayarların yerini alacak.
  •   I-pad ve diğer tabletler yayıncılığın mantığını tamamen değiştirecek.
  •   Dergiler web sayfasında istenen etkiyi yaratamıyor ama I-pad’de çok daha fazlasını sunabiliyoruz.
  •   I-pad satışlarının çok yüksek olacağını öngörüyoruz.
  •   İnsanlar I-pad’de okuyor.
  •  Okuma suresi basılı dergide 60 dakika
  •  Web sayfasında 3 dakika     
  •   Iphone’da 50 dakika
  •   I-pad’de 100 dakika
  •   Web dijital yayıncılığın istediğini veremedi ama tabletler verebilir.
  •   Ipad'de insanlar daha çok vakit geçirip içeriğe para veriyor.
  •   Tabletler tüketici davranışinı değiştirecek.
  •   Mobile geçiş webe geçişten çok daha hızlı olacak.

2 Kasım 2010 Salı

Bildiğiniz Çizgi-Filmlerden Değil; Sihirbaz

İki yaşından büyük çocuğu olan tüm annelerin en çok seyrettiği film türü, hiç şüphesiz çizgi-film ve animasyondur. Hatta çizgi-filmden başka hiç bir şey seyredemeyen pek çok anne olduğundan eminim. Ben de onlardan biriyim. Kaşif Dora'dan Sünger Bob'a tüm çizgi-film dünyasına hakimim. Çocukların sevdikleri bir filmi en az bin kez izlediklerini ve 'mutlaka' sizin de izlemenizi istediklerini de düşünürseniz geceleri rüyalarımın animasyon şeklinde olmasına şaşırmamak lazım.

Hal böyleyken, kırk yılda bir kendi zevkim için sinemaya gittiğimde niye yine bir çizgi-film seçtim? Kader, kısmet diyelim.

Konuşma yok, görsel efekt yok

Nefis işşizlik günlerimde, kader ortağım Zeynep'le Film Ekimi'nde 'Sihirbaz-The Illusıonıst'e gittik. Film mesleği ve dolayısıyla kendisi gözden düşen bir sihirbazın hikayesini anlatıyor. Sihirbazımız iş bulmak için şehirden şehire, ülkeden ülkeye dolaşırken yaptığı numaraları gerçek sanan bir kızla tanışır ve olaylar gelişir.

Film, son yıllarda maruz kaldığım çizgi-film ve animasyonlardan o kadar farklıydı ki! Bir kere diyalog çok azdı. Konuşmadan da olaylar ve en önemlisi duygular anlatılabiliyormuş demek. Renkler pastel, müzik yumuşak, görsel efektse yoktu. Filmi makineler değil, insanlar elle çizmişti. Aradaki şehir manzaraları resim olarak duvara asılacak kadar güzeldi. Ve hikaye daha doğrusu hayat mı demeliyim insanı ağlatacak kadar dokunaklıydı.

Çok etkilendim. Yönetmenin çabasına, cesaretine hayran kaldım. Çocuklar ne kadar sever bilmem ama evdeki dev çizgi-film koleksiyonunda benim parçam olmayı hakediyor.

1 Kasım 2010 Pazartesi

Behzat Ç.; Türk Polisiyesinin Anti-Kahramanı

Doğruya doğru; Emrah Serbes'ten ve onun anti-kahramanı Behzat Ç. 'den dizi başlayana kadar haberim yoktu.
Bir pazar gecesi tesadüfen televizyon ekranında depresif, küfürlü konuşan, ekibi kendisi gibi eksantrik tiplerden oluşan başkomiser Behzat Ç.'ye rastladım. Çok gerçekti, acıklı ve aynı zamanda çok komikti.Çok etkilendim.  Türk televizyonlarında daha önce buna benzer bir şey görmemiştim.
Tabii ki internette yapılan kısa bir araştırma Behzat Ç.'nin dizi kahramanı olmadan önce roman kahramanı olduğunu öğrenmemi sağladı.
81 doğumlu yazar Emrah Serbes'in iki romanının kahramanıydı psikopat polisimiz.Ankara'da okuyan yazarımız fon olarak da bu şehri seçmiş ve 'hayata karşı işlenen suçlar uzmanı' Behzat Ç.'yi yaratmıştı.

Başarılı bir ilk roman; 'Her Temas İz Bırakır'
Gidip Serbes'in tüm kitaplarını aldım. Behzat Ç. ilk olarak 'Her Temas İz Bırakır'da ortaya çıkmıştı. Her Temas İz Bırakır bir ilk roman olarak başarılı. Sadece ana karakter değil, yan karakterler de iyi çalışılmış. Diyaloglar gerçekçi, kitap akıcı. Polisiye örgüsü ise karakter yaratımı kadar başarılı değil. Hikaye bir yerde dağılıyor, sonra da basit bir finalle bitiyor. Türk polisiye romanındaki etkileyici final sorunu burada da yaşanıyor. Ama yine de okumaya değer.

Oturmuş bir polisiye; 'Son Hafriyat'
İlk romanın ardından hemen serinin ikinci kitabına başladım. 'Son Hafriyat'  başrolünde arıza başkomiserimizin olduğu bir seri katil hikayesi. Karakterler daha da oturmuş,yeni karakterler ortaya çıkmış.Yan karakterler arasında hafızalardan çıkmayacak tiplemeler var. 
Ayrıca  bu defa olay örgüsü de daha iyi. Konu dağılmadan, gereksiz dallanıp budaklanmadan adım adım ilerliyor. Serbes  gelecekte çok daha iyi romanlar yazacağının işaretini veriyor.

Ergen dünyasına içeriden bakış; 'Erken Kaybedenler'
Behzat Ç. serisi şimdilik bu kadar ama Emrah Serbes'in bir kitabı daha var. 'Erken Kaybedenler' ergen erkek çocuklarının kendi ağızlarından yazılmış bir öykü kitabı. Yaşadıkları büyük ve acı kayıplara 'sert yaparak' dayanan kiçük erkeklerin hikayelerini okuyoruz.
Emrah Serbes'in alametifarikası hem komik hem acıklı olabilen diyalogları. Bu kitapta da onları görüyoruz. Çevremizde gördüğümüz arıza, öfkeli gençlerin hikayeleri bunlar. Belki de Behzat Ç.'nin ergenliğinin hikayeleri...

Hadi Başlayalım!

Ne zamandır bu blogu açmak istiyordum. Okuduğum kitaplar hakkındaki düşüncelerim, yaşadıklarıma dair fikirlerim, hayatımdaki komik anlar kafamda bir süre kaldıktan sonra uçup gidiyor.
Bütün bunlar bir yerde kayıtlı olsun istedim. Belki benimle aynı ilgi alanlarını ve benzer-farklı fikirleri paylaşan kişilerle de karşılaşırım.
Hadi başlayalım o zaman....